İslam kültürüne, İslam’ın önerdiği dünya nizamına, Müslümanların yaşam ve giyim biçimine, hâsılı İslam’a ve Müslümanlara dair ne varsa bunların varlığına mesafeli olan, yer yer bunlardan korkan, yer yer bunlara cephe alan bir eğitimimiz var. İslami olana yönelik bu korkunun, mesafeli duruşun ve cephe alışın oluşturduğu dışlayıcı dil ve tavır, ince ve pasif yapıldığından, sıradan yahut dikkatsiz insanlar tarafından görülemiyor. Esasında bu tek başına eğitim sisteminin gösterdiği bir dışlama değil; sosyal, görsel ve yazılı medyada da benzer durumlar var.
Eğitimdeki İslamofobi, kendini, doğrudan nefret veya düşmanlık biçiminde ortaya koymuyor elbette, bunun yerine, daha çok eğitimin sekülerliğinden kaynaklanan bir iklim biçiminde tezahür ediyor. Bir başka deyişle bu iklim hem öğretmenlerin tutumundan hem müfredatın ruhundan hem de bir bütün olarak eğitim sisteminin genelinden, genel tavrından hissediliyor ve anlaşılıyor. Misal bir öğretmenin derste Paris’ten örnek verirken ki duygudurumu (mood) ile Mekke’den örnek verirken ki duygudurumu; Sokrat’tan alıntı yaparken ki duygudurumu ile Hz.Ömer’den alıntı yaparken ki duygudurumu aynı olmuyor. Mesele sadece duygudurumu meselesi de değil; anlama, kavrama ve idrak etmede de benzer bir durum söz konusu. Mesela bu seküler eğitimden yetişmiş sıradan bir insanın, bir koloni devlet olan İsrail’in varlığıyla ortaya çıkan Kudüs’ün işgali meselesini, batılıların zaviyesinden anlamlandırmaya çalışması; Filistin’in, Gazze’nin ve Kudüs’ün İslami bir mesele olmaktan çıkarılıp........