Sûfîlik, esas itibariyle bir eğitim sürecidir. Bu eğitimin tarihi süreçteki pratiğinde, biri örgün diğeri yaygın olmak üzere iki boyutu bulunmaktadır. Yaygın eğitim ömür boyu değişik düzeylerde ve formlarda devam ederken, örgün eğitim daha ziyade tekkelerde ve Hz. Musa’nın Tur Dağı’nda tek başına kaldığı süreden mülhem olarak kırk gün tam zamanlı kalınarak gerçekleşmiştir.
Kırk günlük bu süre, kişinin eğitim sürecine göre bazen daha fazla da olmuştur. Tasavvuf kültüründen halk diline geçen “çilekeş” ve “çile çekmek” gibi tabirler, tekkelerde kalınan bu kırk günlük süreyi ifade etmektedir. Çile kelimesi, Farsça kırk anlamına gelen “Çihil” kelimesinden dönüşmüştür. “Kırkı çıkandan korku çıkar” ifadesi de bu eğitimin sürecini ve sonucunu ifade eder.
Tekkelerdeki bu eğitim, sözden ziyade göze dayalıdır. Çünkü tekkelerde yapılması gerekenler, anlatmaktan ziyade yaparak ve yaşayarak öğretilir ve öğrenilir. Öğretici, öğrettiklerini kendisi yapar ve yaşar. Öğrenen ise onu gözlemleyerek, taklit ile tatbik etmeye başlar. Bu hususta, kelimelerden ziyade hâl esastır. Bu nedenle tasavvufa da “Kâl ilmi değil, hâl ilmi” denilmiştir. Kişiler ilm-i hâlini, hâl diliyle anlatan bir ustadan görerek öğrenirler.
Hz. Peygamberin “Namazı benden gördüğünüz gibi kılınız” hadisindeki öğretim yöntemi, ibadetlerin ve günlük hayatın bütün boyutlarına uyarlanır. Görerek görgü kazanılır. Bu görgünün en belirgin olduğu yer pratik ahlaktır. Oturma, kalkma, konuşma, yeme, içme, dinleme, dinlenmeye çekilme gibi davranışlar hep bu görme yöntemi ile görgü haline getirilmeye ve davranışlar güzelleştirilmeye çalışılır.
Sûfilik eğitiminde talip denilen........