M.Akif İnan’ı Anarken
Bundan tam 25 yıl önce 6 Ocak 2000 tarihinde, “Bitirip şu kuru kara ekmeği / Göç etsem diyorum yar ellerine” diyerek aramızdan ayrılan Mehmet Akif İnan’ın ardından bir çeyrek asır geçti. Yedi Güzel Adam’dan biri ve gerçek bir gönül eriydi. Nuri Pakdil’in ifadesiyle Rasim Özdenören “ayrıntı avcısı”, Alaaddin Özdenören “delifişek”, Cahit Zarifoğlu “artist”, Erdem Bayazıt “bey” ve Akif İnan ise “ağa”idi. Nuri Abinin tam ifadesiyle “ağamız Akif” idi.
Akif İnan, babasının memleketi Urfa’dan Doğu’yu, annesinin memleketi Maraş’tan Batı’yı yüklenerek başladığı hayat yürüyüşünde iç içe kapılar açtı ve ardı ardınca nice doğumlar yaşadı. Recep Ayık’ın tespitini de katarsak 1940’da dünyaya doğdu. 1960’da entelektüel çevreye, 1970’de edebiyata doğdu. 1980’de bir manevî doğum yaşadı. 1990’da cemiyet’e, 2000 yılında ise ahirete doğdu. Her bir doğumun sancısını iliklerine kadar yaşadı. Doğumun kıymetini bildiği için sancı avcısı gibi acılara talip oldu. Çünkü biliyordu ki gündüzleri doğuran ancak gecelerdi.
60 yıllık ömrüne nice ölümsüz sadaka-i cariye sığdırarak Yâr ellerine göç etti. “Büyük rüyalarla geçmişse ömür / hiç yanmam ölümün her çeşidine” diyerek diyarını değiştirdi. “Zaman kelebeği değip de geçer / bir nefeslik vaktin can yaprağına” derken zamanın ancak bir an ve bir nefes, ölümün ise ölümsüzlük diyarına ancak bir kapı olduğunu çok iyi biliyordu. Hayatın kanunu bu; gelenler göçtüler birer birer vegöçecekler kalanlar birer birer. Ancak bir de “vefa” var insanı insan eden. Gideni yad etmek, kalanı dert etmek anlamında vefa. O vefa ki nesilleri birbirine bağlayan bir sağlamca kuşaktır.
Bu........
© Maarifin Sesi
