İlk görev yerim olan okulda resim, müzik, beden eğitimi gibi derslerin öğretmeni yoktu veya yeterli değildi. Bu yüzden birkaç sınıfın müzik dersine girdiğim dönemler oldu. İşte o günlerde, sınıfların birinde yaptığım yazılı sınavlarda sınav kâğıdının sonuna uydurduğu manileri yazan bir öğrenci dikkatimi çekti.
Ortaokul ikinci sınıfta okuyan çalışkan, sosyal, zarif, sempatik, ilgili ve daima takım elbiseli bu yağız öğrencimin konuşması da emsallerine göre gayet iyiydi; ayrıca güzel ilahi okuyordu.
Bir Türkçe / Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak onun bu yönünü keşfettikten sonra fırsat buldukça ona yazılar ve şiirler okutup dinliyordum. Bazen de ben okuyordum, o dinliyordu. Bir keresinde Mustafa Kutlu’nun Sır adlı kitabından “Yola düştü mürit. Sanırsın yeşil ekine yel düştü…” diye başlayan hikâyeyi okumuşum. Sonrasında birkaç tavsiyede bulunmuş, yol göstermişim. O kadar…
Şimdi şöyle bir öğrenci düşünün. İlahiyat Fakültesinde okumuş, edebiyat alanında yüksek lisans yapmış, doktora çalışmalarını yine ilahiyat alanında sürdürüyor.
İşte bu öğrencim diyor ki, “Ben bir ilahiyatçıyım ama edebiyata, okumaya, yazmaya duyduğum ilginin temelinde siz varsınız.”
O gün bugündür, yaklaşık otuz beş yıldır, kesintisiz irtibat hâlinde olduğumuz öğrencim Salih Zeki Meriç’ten bunları duymak elbette insanı mutlu ediyor. Sonra onun yazdığı kitaplar, yazılar, yaptığı editörlük, merkezinde yer aldığı pek çok sosyal-kültürel çalışma… Sevinmek, iftihar etmek bir öğretmen olarak hakkımız olsa gerek.
Şu hakikat iyi bilinmelidir ki,........