Kahvenin Şehri Şehrin Kahvesi
Kahve, ruha dinginlik, gönüle sadelik veren, muhabbetin en koyusuna dem olan, insan sevgisinin en çok hissedilerek pişirildiği, içecek kültürünün padişahıdır.
Kahve misafire sunulan en yüksek kıymet nişanesidir. ‘’Misafir minderini kendisi getirir’’ sözünün vücut bulduğu en tabi hali anlatır. Misafirin itibarını tescil eden en güzel izzeti ikram içeceğidir. Aynı zamanda da ev sahibinin zimmetindeki misafirin itibar içeceğidir. Bir meseleyi, dünürlük ya da herhangi bir davayı çözmeye ailesiyle hanımıyla girmek esastır. Hanımıyla gelen misafirin talebinin karşılanmaması durumunda ev sahibinin kahvesini içmemesi yani kahvesi içilmeyen durumuna düşmek, doğu aşiret kültüründe ev sahibi için küçültücü şeref izzet meselesidir.
Bütünüyle Anadolu kültüründe kahvesi içilmek, şahsiyetine ve sözlerine itibar edilen olmak demektir.
Şehir medeniyetimizin en sembol içeceği; kültür, şahsiyet ve muhitin, zarafet ve sevgiyle birleşerek insana sunulduğu içecek kültürünün efendisi: Türk Kahvesi.
Kahve kültürü cemiyetimizde genişleyerek o kadar yayılmış ki, artık kendine göre söz alanları ve anlam haritası oluşmuş. İstanbul’da kahve içmek için kurulan kahvehaneler, Naima’ya göre başlangıçta; “mecma-i zürefa” yani güzel konuşmaların toplantı yeri olarak isimlendirilmiş. Bir edebiyat adamı ve kültür tarihçisi Nihad Sami Banarlı’ya göre ise “akademik muhit” görevini üstlenmiştir.
İstanbul’da Üsküdar’da cumhuriyetin ilk yıllarında Mehmed Âkif, Muallim Naci, Şeyh Vasfi, Ârif Hikmet, Şair Nahit gibi edebiyatçılar yanında dönemin ünlü hattatları, mûsıkîşinaslarının da müdavimi olduğu Çiçekçi Kahvesi gibi, Marmara Kıraathanesi gibi edebiyat ve ilim merkezleri oluşmuştu. Hatta bu Marmara Kıraathanesi 1957-1983 yıllarında Beyazıt’ta faal olan Marmara Kıraathanesi’ne de ilham vermiş olmalı. Bu kültür ocağı da Muzaffer Ozak, Sezai Karakoç, Necip Fazıl, Arif Nihat Asya, Ziyanur Aksun gibi pek çok kültür ve ilim adamının uğrak yeri olmuştur. Yine o dönemlerde bu geleneğin devamı mahiyetinde Ali Fuat Başgil, Ali Nihat Tarlan gibi devrin ilim erbabının müdavimi olduğu Yavrunun Kahvesi de meşhurdu, İstanbul’da.
Kahvenin Tarihi ve Dünyaya Yayılışı
İlki kahvenin Şazeliye tarikatının kurucusu Şeyh Şazelî’nin keşf ve icad ettiği rivayetidir. İstanbul’daki kahveci esnafı bu nedenle her sabah ahî töresine göre dükkânlarını açarken:
Her seherde besmeleyle açılır dükkânımız
Hazreti Şeyh Şazelî’dir pirimiz üstadımız
demeyi âdet edinmişler. Osmanlı’nın son dönemine kadar da dükkanlarından “Ya Hazreti Şeyh Şazeli” levhasını eksik etmemişlerdir.
Bir rivayete göre de kahveyi ilk Hz. Süleyman(A.S.) içmiştir.
Kanuni Sultan Süleyman devrinde devletin ve milletin artan gücüyle beraber dünya gastronomi ve içecek kültürüne Türk Kahvesi, bir kültür içeceği olarak armağan olmuştur. Bir başka rivayette de Osmanlı ordusunun Viyana’dan ricati esnasında başlar kahvenin batıya yolculuğu. Kalan ağırlıklar arasındaki torbalardan batılıların kahveyi tanıyıp öğrenmesi ile batının kahve ile tanışması başlamıştır.
Fincanında Kahve Olmak ya da Kahve ve Kültürü
Osmanlı İslam medeniyetinin merkezi olan İstanbul’da kahvenin içiminin halk efkârında yayılmasıyla, türkü olup dillerde söylenir hale gelmiş:
Kahveyi kaynatırlar,
Fincana damlatırlar.
Damla damla, ağır ağır bir kahvenin cezveden fincana, köpüğünü dağıtmadan damlatılması anlatılmış.
Kahve Yemen’den gelir,
Gülü çemenden gelir.
Denilerek kahvenin anavatanına, hasrete ve gurbete işaret edilmiş.
Ve nihayet dostluğun, yoldaşlığın, muhabbetin en zirve haline işaretle halk nezdinde:
‘’Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır’’ sözüyle içinde hatır, gönül, vefa, iyiliği unutmamak, bağlılık, misafir, görmek ve gözetmek olan bir büyük kültürün sembol içeceği haline gelmiştir.
‘’Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane’’ sözüyle de gönülden gönüle giden muhabbetin en güzel harcının kahve oluşuna işaret eder.
Şair en........