Tolstoy, orduya katıldığında subaylardan birinin, yürüyüşte sırayı bozduğu gerekçesiyle bir askeri dövdüğüne tanık oluşunu anlatır. Tolstoy subaya şöyle der: “Kendin gibi bir insana bu şekilde davranmaktan utanmıyor musun? Hiç mi İncil okumadın?” Subay şöyle karşılık verir: “Peki, sen hiç mi Ordu Tüzüğü okumadın?” Bu sert yanıt, maddi olanın yönetimini ele geçirmeye çalışan tinsel insanın yüzüne bir şamar gibi inecektir daima… İnsanları maddi şeyleri elde etmeye yöneltenlerin adalet ve insafa ihtiyacı yoktur.
Julien Benda, Aydınların İhaneti
Şair, ‘biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük!’ diyor. Öğrenmek, tüzüklerin mantıksızlığını, insafsızlığını sorgulayabilmekle olur. Modern eğitim bize aynı torna tezgâhından çıkan ve üretilmiş bir hakikate kayıtsız şartsız inanç gösteren birörnek bireyler sunmak vaadinde. Bunun için de çocuklarımızın önüne konan yem, başarı. Başarı kültürü insan ruhunda en iyi ve en soylu olanı kışkırtmıyor; tahayyül veya estetik ve ruhani duyarlılığı beslemiyor. Nezaket, cömertlik, ihtimam ve merhameti yüreklendirmiyor. İnsan ruhunda sevgiyi ve hayatı diri tutan ne varsa ekonomik/teknokratik dünya görüşü onu yok ediyor. Daha fazla güç için başarı fikrini elimizin tersiyle itmeliyiz. Eğitim, mihver değiştirebilirse, bize tabiatı ve çevreyi tahakküm altına almaktan önce kendi nefislerimizi zapt etmeyi öğretebilir.
Öğrencilerin önüne koyduğumuz hedef, sosyal hiyerarşide üst basamaklara tırmanarak daha fazla güç kazanmak olmasın. İhtimam, ilgi ve merhamet; eğitimin olmazsa olmaz bileşenleri olarak, çocuklarımızı kendi vadilerinin ötesindeki insanlara, duyarlılıklara, acılara taşısın. Öğrenilen bilginin dünyanın hayrına kullanılması sorumluluğu da bir değer olarak aktarılabilsin. Öğrenme yalnızca dört duvar arasına hapsedilirse, öğrenci pasifleştirilmiş olur. Tam aksine çarşıyı, pazarı, mabedi, kabristanı, doğumevini, tabiatı doğal öğrenme mekânları sayarak öğrencilerin hayatın meselelerini ilk elden, yüz yüze öğrenmeleri sağlanabilir. Ayrımcılık, ırkçılık, yoksulluk, eşitsizlik gibi toplumsal sorunlar, gündelik hayattan örnekler üzerinden, sınıfta tartışılabilmelidir. Öğrenciler hayatın içinde değişik meslek gruplarından insanlarla buluşup, onları doğal ortamlarında icra etikleri faaliyetin insani inceliklerini dinleyebilmelidir.
Çocuklarımızı ‘doldurulacak kap’ olarak gördüğümüzde onların hayatın daha karmaşık meseleleri için fikir yürütmekten aciz, test başarısına odaklı, öğrenmek değil sonuç almak için yarışan yarış atlarına dönüştürüyoruz. Onlara bedenleriyle düşünmeyi öğretelim! Onlara soru sormayı, mevcut olana dair sorgulama yapmayı, farklı ve daha zengin biçimlerde düşünebilmeyi öğretelim! Onlara nasıl öğrenebileceklerini öğretelim. ‘İnsanların çoğu ömürleri boyunca yeteneklerinin ne olduğunu bilmeden yaşıyorlar’ diyor Ken Robinson, ‘Bu kadar çok genç insanın eğitimden umudunu kesmesinin nedeni, aldıkları eğitimin ruhlarını, enerji ve tutkularını beslemiyor olması’. İnsan kaynağını israf etmek yerine, onu daha da zenginleştirerek, en derinlere gömülü yetenekleri açığa çıkaracak bir eğitime ihtiyacımız var.
Dünyanın daha fazla ‘başarılı’ insana ihtiyacı yok. Daha çok hikâye anlatıcısına, daha çok barış gönüllüsüne, gönül tamircisine, sevgi taşıyan insana ihtiyacı........