Ankara’da Bir Taşralı

Ankara’ya ilk defa ne zaman geldim? Bu soruyu belki şu şekilde de sormak mümkün: Memleketten ilk defa başka bir şehre ne zaman gittin? Bu soru günümüzdeki gençler için önemli olmayabilir. Ama bizim kuşakta, eğer taşralı bir mektep talebesiyseniz, anlaşılabilir bir sorudur. Çünkü o dönemde seyahat maksatlı yolculuk pek gündemimizde yoktu. Belki hali vakti yerinde olan insanlar için bu mümkündü; ama geçime endeksli hayat anlayışı içinde köyden şehre gitmek yahut memleketten başka bir şehre gitmek ihtiyaca binaen olan bir durumdu. Ekseriyetle erkekler askerlik için başka memleketlere gider, asker ocağında başka şehirlerden gelen akranlarıyla buluşur farklı tecrübeler edinerek memlekete dönerlerdi. O dönemde askere gitmek, tecrübe kazanmak, görgü ve bilgi sahibi olmak anlamına gelirdi. Askere gitmeyen ise “câhil” yahut “taylak” yani tecrübesiz muamelesi görürdü.

Evet, askerlik zorunlu seyahatti ve o günün şartlarında insanı geliştiren bir konuydu. Askerlikten başka eğitim için, iş ve memuriyet için ve bir de ticaret için yola çıkılırdı. O dönemin gözde okullarından olan bazı liselerde devlet parasız yatılı kısımları vardı. Bu okullar, okuma imkânı olmayan fukara halkın çocuklarının okuyup devlette mevki ve makam sahibi olmasına vesile olmuştur. Sonra üniversite tahsili dönemi gelirdi ki, o vakit her şehirde üniversite olmadığı gibi bazı üniversitelerde bazı bölümler de yoktu. Bu sebeple üniversite okumak, şartları zorlayarak başka bir şehirde yaşamak anlamına gelirdi. Sonra mezun olup memuriyete intisap edince tayininizin çıktığı şehre gider, göreve başlardınız. Geçim için, yazın memlekette ziraatla uğraşıp kışın İstanbul ve İzmir gibi şehirlerde gündelik iş bulma umuduyla yola çıkanları da hatırlıyorum. Sözgelimi bizim köyde okumak için “gurbete” gidenlerden başka, üç beş kuruş para kazanarak ailesinin geçimini sağlamak için yola çıkanlar da vardır. Bunların bir kısmı gittikleri yerde uygun iş bulunca, ailecek memleketi terk ettiler. Bu sefer akraba ziyaretleri için, hazır orada oğlu veya yeğen varken o şehri bir görmek için gidenler de oldu. Böylece taşra göç vermeye başladı.

Burada göçün tahlilini yapacak değilim; ama şu kadarını söyleyeyim bilhassa 80’den sonra içgöç artarak devam etti. Anadolu’nun pek çok köyü mezraya tebdil etti, kasabalar ve şehirler boşaldı. Şimdilerde geriye dönüşler var; ama o dönemde “ekmek kavgası” için yola düşmek kutsal bir meseleydi. Memleket idaresine vaziyet eden kişiler ve kurumlar da çıkıp “yerinde kalkınma” modelleri üzerinde pek kafa yormadılar. Sanayileşme programları, tarım ve hayvancılığı demode hale getirdi. İnsanlığın en kadim ekonomik kaynağı, zaman içinde kurumaya başladı. Bu da yetmiyormuş gibi, belirli şehirlerde öbekleşen “organize sanayiler” verimli tarım arazilerini işgal ettiler. Ama “taşralı”nın hepsi olmasa da bazıları, para kazanmaya, işçilikten işverene doğru evirildiler. Böylece cebi para gören “Anadolu’nun aslanı” 90’lı yıllardan sonra seyahat sektörüyle tanıştı.

Benim Ankara’ya gelmem, eğitim maksadıyladır. İlk gelişim 85’te, o vakit her şehirde yapılmayan Öğrenci Yerleştirme........

© Maarifin Sesi