Uzunca bir aradan sonra geçen hafta köşe yazılarıma bir göç hikayesi ile tekrar başlamıştım. Bu hafta başka göç hikâyeleri ile devam ediyorum.
Geçtiğimiz hafta çok anlamlı bir etkinliğe katıldım. Göç hikâyelerini de anlatan bir etkinlik. Ama bu seferki göç hikayesi değişikti. Geçen haftaki hikâye ile aralarındaki benzerlikler arasında göçlerin zoraki olması, bavul ve Mağusa gibi unsurlar bulunmaktaydı.
Benim ve ailemin de dahil olduğu Afro-Kıbrıslıların göç hikayesini anlatan bir etkinlik ve söyleşide bulunma şansı yakaladım geçtiğimiz hafta. Yıllardan beri tanıdığım sanatçı arkadaşım Serap Kanay’ın etkinliği.
Serap 30 yıldan beri Afrika kökenli Kıbrıslıların tarihini araştıran, konu üzerinde birçok sanatsal projeler üreten, kendisi gibi Afro-Kıbrıslı olan değerli akademisyen Umut Özkaleli ile akademik makaleler yazan Afro-Kıbrıslı bir sanatçı. O kendisini bu şekilde tanımlıyor. Afrika kökenliliği ve Kıbrıslılığı beraberinde barındıran bir kimlik. Ancak sayısı birkaç bin olan Kıbrıs’ta yaşayan Afrika kökenliler herkes gibi değişik kimliklerle kendilerini özdeştiriyorlar. Kimimiz Kıbrıslı, kimimiz Kıbrıslı Türk, Kimimiz Türk kimlikleri ile. Başka kimlik tanımlamaları da var ama şimdilik bunlarla yetinelim.
Serap, araştırmalarından kendi ailesinin Kıbrıs’taki varlıklarının 1700’lere dayandığı bilgisine ulaşmış. Tüm çabalarına rağmen Afrika kökenli Kıbrıslıların adaya ne zaman, nereden geldikleri, getirildikleri konusunda tam bilgiye ulaşamamış. Nedeni doğru dürüst arşiv tutulmaması. Sadece Osmanlılar tarafından değil, adada hakimiyet kuran diğer güçler tarafından da çünkü Afro-Kıbrıslıların........