Halide Edip, ABD Kongresi’ni görseydi?

Türkiye’de Amerikancılık dendiğinde akla ilk gelen isim herhalde Halide Edip’tir.

Bu çoğunlukla Nutuk kaynaklı “mandacılık” gibi haksız bir suçlamayla yapılır.

Ama objektif olarak da Halide Edip, Türkiye’de Amerikan değerleriyle yetişmiş ilk insanlardan biriydi.

İstanbul’da açılmış ilk Amerikan Kız Lisesi’nin (Önce Üsküdar ardında Arnavutköy) 1899’da sınırlı sayıdaki Türk öğrencilerinden biri olarak Batı kültürünün doğrudan içinden yetişmiş bir entelektüeldi.

Daha 1900’lerin ilk yıllarında İngiliz ve Amerikan gazetelerinde yazılar yazmıştı, 1909’da tek başına Londra’ya gidip Bertrand Russell’ın evinde misafir olmuş, Londra’da konferanslar vermişti.

Ama bu kültürel arkaplanı onu İngilizlerin İstanbul’u işgaline karşı Sultanahmet Mitingi’nin en ateşli hatibi olmasını engellememişti.

Her milletin kendini tayin hakkı tezini geliştiren ABD Başkanı Wilson’u İngiliz işgalciliği ve emperyalizmine karşı bir müttefik olarak gören İstanbul’daki entelektüel ve siyasiler arasında yer almıştı ama buradan bir sonuç çıkmayınca yine Batılı gazetelere ABD’yi sert biçimde eleştiren röportajlar verip, İstiklal Harbi’nin Atatürk’ün yanında “onbaşı Halide’si de olmuştu.

Nutuk’ta mandacı diyerek damgalandığı, Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldığı 20’lerin ikinci yarısından itibaren dünyadaki şöhreti de Ateşten Gömlek’in yazarı anti-emperyalist bir Müslüman kadın yazar olmasından geliyordu.

Batı’daki elitlerle benzer bir eğitimden geçmesi, aynı dili ve dünyayı paylaşması bile hakkında haremden çıkmış Türk Jean D’arch’i gibi oryantalist betimlemeler yapılmasını engellemiyordu.

ABD ve İngiltere’de davet edildiği konferanslarda ondan İslam’ı, İslam’da kadını anlatması isteniyordu. Hz. Muhammed üzerine biyografi üzerinde çalışıyor, Amerikan gazetelerine verdiği röportajlarda Türkiye’deki “gardrop devrimciliğini” eleştiriyordu.

Şapka Devrimi gibi, Halide Edip’in kendi hayatı için sorun olmaması beklenen reformlarla “Türkiye’nin yoksul ve onurlu köylülerini şapka denilen garip baş kıyafetiyle palyaçoya döndürdükten sonra...uygarlaşmak için bütün ihtiyaçları yerine geldiğine göre okulları da gereksiz diye kapatabilir” diye dalga geçiyordu.

Hatta 1935’de Gandi, İngiliz emperyalizmine karşı sivil direnişini sürdürürken, Gandi’nin Kongre Partisi’ndeki Müslüman kanadın öncü isimlerden biri olan Dr. Ensari, onu Delhi’deki Müslüman entelektüellerin kurduğu Camia-i Milliye-i İslamiye Üniversitesi’ne konferanslar vermeye çağırmıştı.

Verdiği konferansları binlerce insan bilet satın alarak izlemiş, İngiliz emperyalizmine karşı bağımsızlık savaşında öncü olmuş Müslüman bir kadın entelektüel olarak büyük ilgi görmüştü.

Ama bu zoraki konumlandırmalara rağmen ne Oryantalist özgürlüğünü kazanan doğulu kadın klişesine ne de anti-emperyalist özgürlük savaşçısı profiline sığıyordu.

Daha sonra önce Hindistan’da kitap olarak basılan Delhi’de verdiği konferanslarda sloganik bir Batı karşıtlığı ya da oryantalist bir Batıcılık çizgilerinin ikisine de uzak, eleştirel, sentezci ve gerçekçi bir Doğu ve Batı analizi yapmıştı:

“Osmanlı Devleti'nde yedi asır boyunca devam eden Doğu-Batı çatışması nihayet Batı'nın zaferiyle sonuçlanmıştır. Bu gerçeğin kabulü ne kadar nahoş olursa olsun, doğruluğuna karşı çıkılamaz. Ancak Batı sadece dış görünüşe, devlete ve onun mekanizmasına ve büyük ölçüde medeniyete damgasını vurmuştur. Batı yüzeyde muzaffer görünüyor. Ancak Doğu, Türk'ün ruhunda bir dip akıntısı olarak hala orada ve gücü inkar edilemez. O kadar kırbaçlanmıştır ki geriye sadece en ince ve saf özü........

© Karar