Geçen hafta sonu yaşanan iki olay herkesi korkutmuş görünüyor.
Önce bütün medyaya ve sosyal medyaya Beyoğlu’nda sokakta bir köşeye sıkıştırılıp taciz edilen, sonra sokak ortasında yere yatırılıp üzerine çıkılarak cinsel saldırıda bulunulan bir kadının görüntüsü düştü.
Saldırganlar, kadın şikayetçi olmadığı için serbest bırakılmıştı.
Haklı bir infialle iki saldırgan yeniden gözaltına alındı.
Aynı gün Fatih’te surlarda işlenen korkunç bir cinayetin görüntüleri dolaşıma girdi.
19 yaşında bir genç, yine 19 yaşındaki eski sevgilisinin başını kesip surlardan atmış ve ardından kendisi de surdan atlayıp intihar etmişti. Öncesinde yine 19 yaşında başka bir kızı daha öldürmüştü.
Bu dehşetin sansürlü/sansürsüz videoları her yerde dolaşmaya başladı.
İki olayın üst üste gelmesi, nereye gidiyoruz sorularını sordurdu, endişeleri artırdı.
Önce saldırganların siyasi menşelerine bakıldı, oradan umduğu malzemeyi bulamayanlar, bu kez bunların sorumlusu kim gibi sonuçsuz, anlamsız, herkesin siyasi hasımlarına yükü yükleyip rahatlamak istediği bir tartışmaya tutuştu.
Hükümeti suçlayanlar ile ahlaksızlığın/dinsizliğin yayılmasını suçlayanlar arasındaki siyasi kavga bu yazı yazılırken hala sürüyordu.
Daha genel bir açıklama arayanlar ise cevabı aylar önce sosyal medyada popüler olmuş bir sokak röportajında buldular: Yaşadığımız “sosyal çürüme”ydi.
Bir sokak röportajında “Abla” diyerek mikrofon uzatılan kadın, emekli bir akademisyen çıkmış ve söyledikleri bir anda viral olmuştu:
"Bence Türkiye'nin başka bir geçekliği var. Bu gerçeklik iktisadi bir gerçeklik değil, sosyal çürüme var bence. Dünya tarihi iktisadi olarak her zaman toparlandı. Bir sürü krizler görüldü. Ekonomi her zaman toparlanır, kapital kendini yok etmez ama sosyal çürümeyi de düzeltemezsiniz. Şu anda Türkiye’de sosyal çürüme var. Bunun düzelmesi için çok zor, çok zor dönüşü olmayan bir yerdeyiz. Evet sosyal çürüme şu etik denen şeyin yok olması, etik yaşam felsefesi demek. Türkiye'de yaşam felsefesi kalmadı. Yani şöyle bir şey söyleyeyim, yani Türk edebiyatını, Türk sinemasını, Türk tiyatrosunu düşünün. Bu edebiyatta bu tiyatroda, sanatta hiçbir şekilde yazında ve düşün de hiçbir zaman için göçmen kültürü, mülteci kültürü ya da mafya ya da işte kara para aklama gibi kavramlar olmazdı. Ama şu anda biz yavaş yavaş kültürel anlamda bütün ortaya çıkacak yapıtlarda bu kavramlarla karşılaşmaya başlayacağız. Sosyal çürüme bu demek başka bir toplum olduk. Biz Güney Amerika ülkesi değildik ama Güney Amerika ülkesi olmaya başladık. Çok tuhaf değil mi?”
Türkiye’deki etik ve yaşam felsefesi neydi ve ne zaman, nerede vardı?
Neden mülteciler, mafya, kara para aklama gibi 100 yıldır bu coğrafyada bir biçimde olan meseleler edebiyatın, tiyatronun konusu olmasın ya da geçmişte niye olmadı, bunun çürümeyle ne ilgisi olabilir gibi soruları pek kimse sormadı.
Kendisini sokak hayvanlarına adamış, televizyonu, sosyal medyası olmayan eski güzel sanatlar fakültesi hocası Zeliha Burtek’in bu tespitlerinin neden bu kadar rağbet gördüğünü ise anlamak zor değil.
Şehirler büyüyor, nüfus artıyor ve çeşitleniyor, eski mahalle kültürü ortadan kalkıyor, değişen ilişki biçimleri, nesiller arası kopukluklar, artan eşitsizlikler eski........