Ressam edebiyatçılar da var edebiyatçı ressamlar da...

Ressam edebiyatçılardan ilk tanıdığım İbrahim Balaban’dı, ‘69 ile ‘71 arasında Suâdiye’deki dairemize çok sık uğrardı. Bizim salonun duvarlarından üç tablosu aklımda, maalesef onlardan sadece biri bende, altında “Behzat Ay’a, Balaban, 1967” yazıyor, diğer ikisini ve Cihat Burak’ın çok sevdiğim kedili bir tablosunu babamın ‘90’lı yılların başlarındaki ikinci evliliği sırasında Suâdiye’deki evinde görmüştüm, vefâtından sonraysa ne oldular, bilmiyorum.

İbrahim Balaban, resime ikinci defa içeriye düştüğünde başlamış, yağlıboya alacak parası olmadığı için de renkli kalemleri zeytinyağına batırıp öyle resim yaparmış. ‘69 ve ‘70 benim de kendi başıma resim çalıştığım yıllardı, on üç yaşındaki bir çocuk ne kadar saftirik olursa işte o kadar saftiriktim, İbrahim Balaban söyledi diye ben de boya kalemlerimi zeytinyağına batırıp resimler yapmaya çalışmıştım, ama denemelerimin hepsinin de tabaka tabaka Schoeller kâğıt isrâfıyla sonuçlandığını anımsıyorum. Bitmedi. Balaban zeytinyağı dediği için Arif Damar’ın Yeryüzü Kitabevi’nde boyalı kalem takımımı da yenilemek mecbûriyetinde kalmıştım, Faber’in yerine aldığım teneke kutudaki yirmi dörtlü Staedtler ise pek güzeldi.

Nâzım Hikmet onun yaşamına kan davasında bir hasmını vurup üçüncü defa hapse düştüğünde girmiş, sanırım ‘42 demişti, Bursa’da yatarken Celile’nin oğlu Nâzım Hikmet karşısına çıkıyor, ondan resim dersleri alıyor, oysa Celile Hanım müthiş ressamdır da oğlu Nâzım’ın resimlerini başarılı bulmam, ama resim tekniğini bildiği muhakkaktır. Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal ile aynı damda yatmış birine elbette edebiyatçılık da bulaşacaktır. Onun bizde “İz”, “Şair Baba ve Damdakiler” ve “İzdüşümü” vardı, sonraki yıllarda yazdığı “Dağda Duruşma” ve “Kalıba Sığmayanlar” isimli kitaplarınıysa okuyamadım.

Ressam edebiyatçılardan ikinci tanıdığım ise Cihat Burak’tır. Büyük ustayı ‘78 ile ‘80 arasında en fazla Krepen Pasajı’nda görürdüm. Ben, Ahmet Zeki Pamuk, Ferda Ekmekçi ve Davut Tüzüner, ara sıra Süleymaniye’den kalkıp, doğruca Krepen’e giderdik. Pasajın Balıkpazarı kapısından girildiğinde sol baştaki mekânın ismi aklımdan çıktı, Ahmet Zeki’nin aklındaysa Hoş Gör olarak kalmış, neyse, oraya ne zaman damlasak, sobanın başında hep Cihat Burak’ı görürdük. Ahmet Zeki bana masamıza İlhan Berk’in de sigara istemek için birkaç defa uğradığını söylüyor ama hiç anımsamıyorum. Cihat Burak ustayla Hoş Gör’de sohbetimiz olmadı, onu ‘80’li yılların başlarında, Kadıköyü’nde, Salâh Birsel’in, Cahit Kayra’nın, İlhami Bekir’in, Tarık Buğra’nın ve Behzat Ay’ın bulunduğu bir masada tanıdım. O gün bize peşine takılan sokak kedileri yüzünden Beyoğlu’ndaki bir meyhâneden nasıl kovulduğunu anlatmıştı. Cihat Burak’a ve kedilere kötü davranıldığı için bahsedilen meyhâneye kırk beş yıldır mesâfeliyim, şâyet Mustafa Irgat ve Ahmet Mürşit Sertal olmasaydı oranın önünden bile geçmezdim, bir defa da Selçuk Altun beni ve Metin Celâl’i oraya davet etmişti, ağabeyimiz Cihat Burak’ın başına geleni nereden bilsin.

Gelelim, Besim Dalgıç’a: Isparta’dan askerlik arkadaşımdır, ressam Necdet Çatak merhûm da aramızdaydı, ancak Necdet’in edebiyat çalışması olup olmadığını bilmiyorum, biz sakıncalıya ayrılana kadar bütün gün on altı kilometre koşu, tırmanma halatı, örtü, gizlenme ve kamuflaj, hedef tarîfi usûlleri, yön tayîni, mesâfe tahmîn usûlleri,........

© Karar