Tarih kimin hikayesini yazacak?
Tarihte devletlerin en büyük yanılgılarından biri siyasi rakiplerini görünmez kılmanın onları etkisizleştireceği inancıdır. İktidar, gücün tek merkezde toplandığı dönemlerde toplumdaki huzursuzluğu bir kişinin üzerine odaklayarak bastırabileceğini düşünür. Suçlama listeleri böyle zamanlarda uzar. Bir insanın üzerine ne kadar çok yük bindirilirse devletin o kadar güçleneceği sanılır.
Oysa siyasi tarih bunun tam tersini gösterir. Bir figürü hedef alarak güç devşirdiğini düşünen iktidarlar çoğu zaman o figürü sembolleştirerek kendi sınırlarını görünür hâle getirir.
Bu mekanizmanın en belirgin örneklerinden biri Antonio Gramsci’nin hapishane yıllarında ortaya çıkmıştır. Gramsci, salt muktedire karşı duran bir siyasal aktör değildi. Onu tehlikeli kılan olgu devlet ve toplum arasındaki güç ilişkisinin mahiyetini açıklama biçimiydi.
Gramsci iktidarı zor aygıtına indirgemez, ona göre rejimler gerçek hakimiyetlerini toplumun rızasını şekillendirerek kurar. Tam olarak bu fikirle birlikte “hegemonya” kavramını geliştirmiştir. Kavrama göre devlet yalnız polisle ya da yasayla değil aynı zamanda kültürle, eğitimle, dinle, basınla kısacası insanların gündelik hayatını oluşturan bütün dokularla var olur. Bu dokuların tek bir merkeze bağlandığı yerde iktidar kendini meşru ve doğal gösterir.
Gramsci’nin bu görüşü yönetimin tam kalbine dokundu. Çünkü tam olarak, rejimin güçlü görünmesini sağlayan yapının aslında bir rıza mühendisliğine yaslandığını anlatıyordu. Devletin susturmak istediği kişi bir ideolog değil iktidarın çalışma mekanizmasını çözmüş bir zihindi.
Bu yüzden mahkeme salonunda “Bu beynin........© Karar





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein
John Nosta