Post-mağduriyetin sessiz çöküşü
İnsanın en eski eğilimi Tanrı’yı taklit etmektir fakat bu taklit inançtan ziyade kudrette gerçekleşir. Güç yalnızca hükmetme arzusunu taşımaz, anlamın merkezine yerleşme tutkusunu da yanında taşır.
Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü'nde insanın güçle birlikte kendini erdemin kaynağı saymaya başladığını söyler. Bu yüzden her iktidar kendi varlığını bir ahlaka dönüştürür. Kötülük dahi yeterince uzun sürdüğünde iyiliğin kılığına bürünür. Zamanla iktidar, yöneten bir mekanizma olmaktan çıkar ve vicdanın yerine geçen bir inanç biçimine dönüşür.
İşte tam bu noktada Max Weber’in “rasyonelleşme” kavramı, modern çağın bu büyüsüzleşme sürecini anlatır. İnsan, Tanrı’dan devraldığı anlamın yerini akılla doldurmak ister ve dünya artık hesaplar, planlar, projelerle işler. Davranışlar da tıpkı anlam gibi vahyin rehberliğinden çıkmış, yöntemin kontrolüne girmiştir. Weber bu dönüşümü “demir kafes” olarak adlandırır çünkü aklın özgürleştirici gücü, insanı aynı zamanda kendi kurduğu sistemin içine hapseder.
Geçtiğimiz hafta Ankara’da “Modern İslami Düşüncenin Sorunları ve Çözüm Önerileri” başlıklı sessiz sedasız bir sempozyum düzenlendi. Oysa içeriği ve konuşmacılarının entelektüel ağırlığıyla, konunun meraklısı için sarsıcı; ülke gündemi açısından da ufuk açıcı olması gereken bir etkinlikti. Sempozyumda konuşan Şaban Ali Düzgün, Müslümanların modern dünyada yaşadığı buhranı ve döngüsel tarih anlayışını Kur’an’daki bir ayetten hareketle yorumladı. Ona göre tarih, insanın ahlaki tekerrürlerinin aynasıydı. Bu yorum, Weber’in demir kafesiyle Kur’an’daki “günlerin insanlar arasında döndürülmesi” arasındaki ilişkiyi berrak biçimde gösteriyordu. İnsan ne kadar sistem kurarsa........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein
John Nosta