Genel seçimlerin ardından yerel seçimler geldi. Uzun soluklu kampanyalar, afişler, seçimi kazanmak uğruna yapılmış hamleler… Birbirini en ağır suçlamalarla rencide eden siyasi söylemler… Hepsi bizler için sanki, bizler için.
Yapılan icraatların, yapılması vadedilenlerin değil de hakaretlerin havada uçuştuğu seçim çalışmaları. Birisinin diğerinin izzetine çok rahat laf söyleyebildiği, İslami ahlakı bırakalım siyasi ahlakın zerresinden nasiplenememiş bir iklim. Ülkecek çok talihsiz bir politika hayatının öznesiyiz.
Yerelde böyle, ya dünyada… Endonezya’dan Fas’a Müslüman birliği için çabalayan ve Müslümanların bir arada, her zorluğun üstesinden gelebileceğine inanan Aliya İzetbegovic Müslümanları katledenlere öyle ya da böyle ticaret yapıldığını, bir ulusun dünyanın bir köşesinde soykırıma uğradığını fakat 50 küsür Müslüman ülkenin hiçbir şey yapamadığını duysa…
Oysa dünyadan İzetbegovic geldi ve geçmedi. Siyaset yaptı. Uluslararası ilişkilerde marka oldu.
Arkasında ne bıraktı diye bakacak olsak kaderimize bir köşede usul usul ağlayabiliriz. Biz o çağı yakalayamadık diye içten içe üzülürüz, hayıflanırız. Çünkü değil soykırıma göz yummak toplumunu soykırımdan kurtardı.
İşte bu kadersizliğimizi, böyle bir siyasinin ikliminde bulunmadığımız için, mücadelelerimizi bir ahlaka sarılarak, bir dinin buyruklarına iman ederek gerçekleştiremediğimiz için hayıflanarak en çok da içerleyerek anlatıyorum.
Dünyadan Aliya geçti.
Aliya otoriteye, bilgiye ve vizyona sahip bir liderdi. Hayatı boyunca ne kadar zorluk yaşarsa yaşasın, ilkelerinden vazgeçmemiş bir inadın aynı zamanda şefkatli bir ruhun sahibiydi. Daimî olarak en kilit anlarda dahi çözümler sundu ve umudun neredeyse tamamen kaybolduğu anlarda halkına umut aşıladı.
Önemli bir filozof olmasının yanı sıra aynı zamanda monarşi, faşizm ve sosyalizmin en radikal biçimlerinin boy........