19. yüzyılın özellikle başlarından itibaren zihniyet dünyamıza dahil olan meselelerden biri de milliyetçiliktir ve karakteri itibariyle dışarıdan gelen etkilere bağlıdır. Fransız İhtilalinden sonra gelişen ulus devlet düşüncesi beraberinde bir dizi tartışmayı getirir. Osmanlı gibi çok dilli, çok milletli, çok dinli bir yapının ilkin bu dalgayı ‘Osmanlıcılık’ şemsiyesiyle dindirmeye çalıştığını fakat nihayetinde İttihat ve Terakki gibi milliyetçi tarafı öne çıkan bir oluşum vesilesiyle imparatorluğun dağıtıldığı gerçektir. Bu arada Sovyet Rusya merkezli Türkçü aydınlar ve Şemseddinn Sami benzeri ( Arnavuttur kendileri) ansiklopedist dilciler, dil ile milliyetçiliği birleştirmeye çalışırlar. İronik bir şekilde Selanik’te temayüz eden ‘ Genç Kalemler’ in kendilerini de aşan atılımları sonraki nesiller tarafından edebiyat düzeyinde tevarüs edinilemez. Dille siyasetin buluştuğu her yerde hamaset köpürür, bilimsel bilgi kadar gerçeklik de karartılır. Ziya Gökalp’in dilciliği bile aktüeldir, felsefi ve düşünsel değil. Nitekim Cumhuriyetin ‘Güneş Dil Teorisi’nin pervasızlığında, hem siyasetin dil konusunu basınçlaması hem de geçmişteki muğlak ve bilimsel düzeyden uzak çalışma envanteri yatar.
Bilindiği gibi ve mesela Divina Komedya örneğinde izlenebileceği haliyle bir dili siyasetçiler değil şairler kurar, yaratır, dönüştürür. Dilbilimciler ise esere dayanarak yeni yöntemler geliştirirler. Orhun Yazıtları’nın okunmasından tutun ilk etimolojik çalışmalara değin Avrupalı dil bilimciler olmasaydı bugün Türk Dili tarihinin pek çok meselesi karanlıkta kalacaktı. Bizde, Türkoloji bölümlerinin kurulmasıyla beraber göreceli de olsa........