Neşesizlik...

Her alanda görüldüğü gibi edebiyatımızda da bir neşesizlik hüküm sürüyor. Çokçasına göre bunun sebebi ekonomik gerekçelere dayanıyor. Hayat dar, yazar mutsuz, ülkenin dengeleri yerli yerinde değil. Diğer sosyal sorunları da eklediğinizde tablo iyice kararıyor. Fakat insan yine de sormadan duramıyor. Söz konusu gerekçeler ortadan kalktığında bu neşesizlik hepten kaybolup gider mi? Acaba toplumsal karakterimizde ‘dertleri

zevk edinmek’ gibi bir gelenek mi var? Onca imkân, şöhret ve nitelikli hayat arasında Halit Ziya Uşaklıgil’e bile ‘Cihanda zevke bedel hüzün ihtiyar ederim’ dedirten nedir? Gerçi özel hayatında yaşadığı az trajedi değildir onun. Ne var ki ‘Mai ve Siyah’, Aşk-ı Memnu’ benzeri isimlendirmelerde bile gizli bir neşesizlik yok mu?

Bazıları yıkılan bir imparatorluktan, savaşlardan, kitlesel göçlerin getirdiği trajedilerden dem vuracak haklı olarak. Güzel de hangi sanatımız bu savunduğu karşı çıkış gerekçelerini abideleştirebilmiş ki? Dünya çapında bir Cumhuriyet romanı var mı? Balkan, Kafkas göçü veya mübadele az mı evrensel temalar? Söylem başka, eser başkadır sanatta. Hatta çokça söylem, başarısızlığı ve sanat için mutlak gerekli eleştiri hakkını gölgelemek için kullanılır. Kaldı ki Ahmet Rasim, Refik Halit ve Haldun Taner gibi neşeyi eserlerinden eksik tutmamış hatta bunu bir karaktere dönüştürmüş yazarlarımız var. Her birinin ayrı ayrı yaşadıkları dönemler ve........

© Karar