Demir Özlü, Hafıza ve Limandaki Kütüphane

“Ferit Edgü'nün Anısına”

Şehirleri okumak aslında toplumların tarihini de okumaktır. İsveç' in başkentinde bulunan Gamla Stan, Stockholm'ün eski şehrinin kurulduğu tarihi bir adanın adıdır. Stortorget denilen “ana meydan”la Kraliyet Sarayı ve Nobel Müzesi’nin de içinde olduğu bir merkezi var. Bu alana yıllar önce bir kış vakti ilk kez geldiğimde, arnavut kaldırımlı sokaklarına hayran kalmış ve kaldırım taşlarına yansıyan fenerlerin ışığında daracık sokaklarında dolanıp durmuştum. Bir garip ruh hali içindeydim ve sanki okuduğum bir öyküyü yaşıyordum fakat aynı zamanda öykü de beni yazıyordu. Sokak beni küçük bir meydana çıkardı ve kendimi eski bir sahaf dükkânı önünde buldum. Hava çok soğuktu, düşünmeden içeriye girdim. Sahafın kokusu beni büyülemiş gibiydi ve içerdeki kitaplara bakarken ısındım. Nazım Hikmet Ran'ın İsveç baskılı toplu şiirlerini raftan çekip karıştırmaya başladım. Sahafla göz göze geldik ve elimdeki kitaba dikkatle bakıp, iki eliyle 10 parmağını gösterdi. 10 kron gibi komik bir fiyat istedi. Nazım'ın toplu şiirlerinin İsveççe ilk baskısını heyecan içinde çantama yerleştirip, İsveç dilinde “Tack - Teşekkürler “ dileyip dükkândan dışarıya kendimi attım. Ben bu öyküyü nerede hatırlıyorum diyerek Slussen sahiline kadar güç bela yürüdüm. Hava iyice soğumuştu ve saat daha öğleden sonra 14.00 olmasına rağmen ortalık iyice kararmıştı. Slussen sahilinin yıllardır bitmeyen bir inşaat alanında ve bulduğum bir boşluktan kapkara Baltık Denizi bana bakıyordu. Birden içimde bir ışıma oldu. Evet, ben bir öykünün içindeydim ve onu yaşıyordum.

Birden! Ferit Edgü’nün “O” romanında bahsettiği Hakkârili Süryani sahafı hatırladım. Acaba az önce O'nun Stockholm şehrinde dolaşan hayaletini mi görmüştüm? O’nun Hakkâri’ye sürgün gittiği dönem dükkânına girdiği Süryani kitapçıyla mı tanışmıştım? Ferit Edgü bahsettiği Süryani bir kitapçı beni nerden bulmuştu ve buraya kadar O'nu kim getirmişti? O bu hikâyeye nereden girmişti?

Evet, O, Ferit Edgü'nün kitabında bahsettiği Süryani Kitapçı olmalıydı. İstanbul'dan Hakkâri’ye sürgün bir öğretmen olan karakterimiz. “O dağ başındaki kente benzemeyen kentte” pis bir yağmur yağarken girmişti “dar kapılı ve penceresi olmayan” kitapçı dükkânına adım atmıştı. O “loşlukta, bir iskemlenin üstünde oturmuş, elinde tuttuğu kitabı, kapıdan (yani ışıktan) yana hafifçe çevirmiş ihtiyar bir adam” görmüş “ak sakallı ve gözlüklü, gerçek bir kitapçı…” Dükkânda “birkaç iskemle ve sehpanın........

© Karadeniz'de sonnokta