Her hafta sizlerle sanat, çevre, gezi ve doğa üzerine düşüncelerimi paylaşmaya çalışıyorum. Bu hafta ise sanat dünyamızın unutulmuş bir köşesine, Türk sanat tarihinde zarafeti, çok yönlülüğü ve derinliğiyle hatırlanan Melek Celâl (Sofu) üzerine sohbet edelim istedim. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde doğmuş ve Cumhuriyet Türkiye’sinde sanatına devam etmiş bu değerli sanatçı, yalnızca ressam ve heykeltıraş olarak değil, aynı zamanda geleneksel Türk el sanatlarının bir ustası olarak da bilinir. Hayatı ve eserleri, bireysel bir sanat yolculuğundan fazlasını temsil eder; aynı zamanda dönemin kültürel ve toplumsal dönüşümüne tanıklık eden bir hikâye sunar. Sessiz ama güçlü bir mirasa sahip bu değerli sanatçının hayatına, eserlerine ve yaşadığı dönemin izlerini birlikte keşfedelim.
İlk Yıllar ve Sanatsal Eğitim
Melek Celâl, 1896 yılında İstanbul’da köklü bir Osmanlı ailesine, Tepedelenliler soyuna mensup olarak dünyaya geldi. Babası Miralay Ziya Bey, ona eğitimde geniş bir özgürlük sunmuştu. Zengin Osmanlı kültür mirasının içinde yetişmiş bir genç kız olarak, henüz küçük yaşlarda sanata olan ilgisini keşfetti. İstanbul’daki İnas Sanayi-i Nefise Mektebi'nde aldığı eğitim, onu dönemin önde gelen ressamlarından Nazmi Ziya Bey ile buluşturdu ve böylece sanat serüveni derinleşmeye başladı.
Genç yaşlarda sanat ufkunu genişletmek isteyen Melek, Paris’e giderek dönemin en prestijli sanat okullarından biri olan Académie Julian’da eğitim aldı. Burada aldığı eğitim, yalnızca teknik becerilerini değil, aynı zamanda Batı sanat akımlarına olan ilgisini de besledi. Paris’te dönemin ünlü sanatçılarının atölyelerinde çalışarak sanat anlayışını derinleştiren Melek, empresyonizm etkilerini barındıran ancak........