2026 yılı bütçesi üzerine |
Bu yazının hazırlandığı sırada Mecliste bütçe görüşmeleri devam etmekte idi. Yazı okurlara ulaştığında bütçe kesinleşmiş olacak ve yürürlüğe girmesi için geri sayım sürecinde olacağız. Henüz görüşmeler devam etmekte iken bütçe ile ilgili iddialı bir yazı kaleme almak pek kolay değil. Kolay değil çünkü görüşmeler esnasında önemli değişiklikler gerçekleşebilir ve Meclisin onayladığı bütçe ile tartışmaya sunulan taslak arasında önemli farklılıklar meydana gelebilir. Ancak bu olasılık Türkiye Cumhuriyeti devleti için geçersiz. Ülkede tek adam rejiminin resmîleşip yasama, yürütme ve yargı erkleri tek kişinin kontrolüne geçtiği tarihten beri bu olasılık söz konusu değil bizler için. Tek adam rejiminin hazırladığı sekizinci bütçe taslağı bu. Bundan öncekilerde olduğu gibi yine taslak olduğu gibi ya da en iyimser olasılıkla birkaç biçimsel değişiklikle onaylanacak ve ülkenin bir yıl boyunca izleyeceği ekonomi politikaları resmiyet kazanacak. Dolayısı ile şimdiden yazmanın riski yok. Hâl böyle olunca şu soru geliyor akla:
“Madem Saray’da hazırlanan bütçe olduğu gibi kabul ediliyor, o hâlde neden meclise gönderilip tartışmaya açılıyor?”
Yanıtı gayet açık kanımca, kendilerini muhalif olarak tanımlamış milletvekillerinin içlerini döküp deşarj olmalarını sağlıyor bu tartışmalar. Başka bir işe yaradığı yok. Elbette bu benim kişisel gözlemim. Ancak geçmiş yılların bütçe taslakları ile Mecliste gerçekleşen görüşmeler sonrasında kesinleşen bütçeleri karşılaştırınca bu gözlemin yabana atılmayacak bir gerçeklik ihtiva ettiği görülüyor.
Bu girişi yaptıktan sonra 2026 yılı bütçesinin nasıl bir ekonomik tablo betimlediğinden söz edebiliriz. Bu betimlemeyi yaparken ana kaynağımız bütçe taslağı olmakla birlikte zaman zaman TCMB 2026 yılı tahminlerinden de yararlanacak böylece daha net bir tabloyu gözler önüne sermiş olacağız.
Bütçe ait olduğu dönemdeki gelir ve gider tahminlerini içeren bir çalışmadan ibarettir. Aile bütçesi de herhangi bir şirketin bütçesi de devletin bütçesi de bu genel tanımın içinde ifadesini bulur. Gelir kaynaklarının ne olacağı, elde edilen gelirin nasıl harcanacağı sorularının yanıtı da bütçeyi oluşturur. Merkezî bütçe ya da kamuoyunda yaygın bir biçimde kabul görmüş biçimi ile genel bütçe de bu kapsamda gerçekleştirilen bir çalışmadır. Bütçe kavramı içinde değerlendirilen diğer çalışmalardan farkı ise bu bütçenin tüm toplumu ilgilendiren bir mahiyet taşımasıdır. Merkezî bütçe müfredatı içerisinde yer alan her gelir kalemi bahse konu gelirin toplumun hangi kesiminden hangi yol (ya da yollar) ile elde edileceğini bir başka ifade ile kaynağın nasıl yaratılacağını, müfredatta yer alan her gider kalemi ise yaratılmış olan kaynağın toplumun hangi kesimlerine ne maksatla verileceğini ifade eder. Bu açıdan baktığımızda “Merkezî bütçe siyasi iktidarın toplumsal sınıflara bakış açısının bir göstergesi, toplumun farklı kesimlerine yönelik uygulamaya karar verdiği politikaların aynasıdır,” diyebiliriz. Bu son önerme yazının bundan sonraki bölümüne rehberlik edecektir.
Bütçenin temel mantığında denklik esası vardır. Bir başka anlatımla gelir ve giderler denkleştirilmeye çalışılır. Her ne kadar başlangıçta yapılan hesaplar yıl içerisinde revizyona tâbi tutulsa ve “denk bütçe” bir hayalden ileriye gidemese de siyasi iktidarlar hiç değilse başlangıç aşamasında Meclisin onayını alabilme endişesi ile denk bütçe taslağını Meclise sunma gereğini hissederler. Ne var ki Saray yönetimi bu temel ilkeyi dikkate almadan hazırlamaktadır bütçeyi. Bundan önce hazırlayıp uygulamaya koyduğu yedi bütçe çalışmasında olduğu gibi bu kez de gelir ve gideri denkleştirme gereğini hissetmemiş ve Meclise gönderdiği taslakta bir trilyon iki milyar lira açık öngörmüştür. Bu rakam toplam harcamaların yüzde beşlik bir oranına denk gelmektedir. Bu açık kapatılamaz mı idi? Elbette kapatılabilirdi. Yapılması gereken tek şey harcamaların kısılıp tasarrufa gidilmesi. Ancak siyasi iktidar buna yanaşmıyor. İşçi ve emekçi yığınlara harcamalarını kısmalarını öğütleyenler söz konusu kendileri olunca tasarruf sözcüğünün t’sini bile ağızlarına almıyorlar. Neden mi?
“İtibardan tasarruf olmaz.”
Yukarıda yazılanlar bir iddia değil şimdilik taslak hâlinde olan bütçe çalışmasının içerdiği gerçekler. Durumu biraz da rakamlarla teyit edelim:
Saray için öngörülen bütçe 21.286.534.000 lira. Bu durumda günlük harcaması 58 milyon seviyesini biraz aşmış durumda. Tasarruf sözcüğü buralara yabancı.
Saray bütçesinde dikkat çekici bir detay da vakıf ve derneklere yapılacak ödemeler kalemi. Tam 80 milyon lira düşünülmüş bu iş için. TÜGVA vb. kuruluşlara gidecek bu para. Temsil ve tanıtım giderleri için ise 310 milyon lira ayrılmış. Bu yıl yine bol miktarda “ejder meyvesi” tüketilecek anlaşılan.
Saray’ın “Propaganda Bakanlığı” işlevini gören “İletişim Dairesi Başkanlığı” bağımsız bir bütçeye sahip. Bu kuruluş 7,5 milyar lira harcayacak 2026 yılı boyunca siyasi iktidarın büyük bir önem verdiği Diyanet ise 174 milyar lira ile önemli bir pay alıyor bütçeden. Buralarda tasarruf sözcüğü bir anlam taşımıyor.
Saray bütçesinde vakıf ve derneklere yapılacak ödemeler kaleminden söz edilmişti. Orada belirtilen rakam dışında bir de bağımsız bütçesi var bu kalemin. Bu fasılda 2,26 milyar lira yer alıyor. Tarikat ve cemaat yapılanmaları ile siyasi iktidarın desteklediği vakıflar para içinde yüzecekler âdeta.
Meclis bütçesi de küçümsenmeyecek bir paya sahip 27,23 milyar lira. 2025 yılına göre U oranında bir artış gerçekleşmiş bütçede. Meclis lokantası kent lokantalarından daha düşük fiyatlarla hizmet vermeye devam edecek bu durumda.
Bütün bu rakamlar Saray ve yakın çevresi ile Meclisin tasarruf sözcüğünü telaffuz etme yeteneğine sahip olmadıklarını göstermekte. Dolayısı ile tasarruf sadece halk yığınları için geçerli bir sözcük. Bu yıllın bütçesinde halka yönelik........