Pratiğe uygun “teori uydurmak” ya da pragmatik tutumla Marksizmi eleştirmek
2025 yılının ilginç bir yıl olacağı, 2024 yılının yazından belli olmaya başlamıştı. Birçok kişinin söyledikleri bir yana, aslında ABD’de, Avrupa’da, Ukrayna’da, Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler bu anlamda ciddi veriler sunuyordu (Hâlâ da öyledir ve buna 2026 yılını eklemek hattâ 20’li yılların tümünü eklemek gerekir).
TC devleti, onun olağanüstü örgütlenmesi olan Saray Rejimi, Bahçeli eli ile bazı hamleler yaptı. Bahçeli’nin adı Devlet’tir ve belki bundan, onun konuşmaları “devletin konuşmaları” olarak algılanmıştır/algılanmaktadır (Kanımca anlamsızdır; Bahçeli ya da Fidan ya da başkası, devlet politikaları bellidir. Bahçeli’nin sahneye sürülmesidir mesele. Sahne, her zaman kendine uygun karakter oyuncular ister, Saray Rejiminde artık “karakter” bile fazladır, oyuncu olsun yeter). Demek ki devletin pek de geniş bahçesi kalmamış, daralmıştır. Bahçeli, Ekim (2024) ayında, birdenbire DEM Parti sıralarında el sıkışma atakları yapmıştır ve ardından, “dünyada büyük gelişmeler yaşanacağını” ve inşallah Türkiye’nin var olmaya devam etmesini umduğunu ifade eden açıklamalar yapmıştır (Elbette onun “böyle diyerek ne demek istemektedir” gibi şifreli açıklama dilini tam yansıtmış olamam ama bu anlamdadır söyledikleri). Konu Kürt sorunu idi; Öcalan’ın vurgusu ile “Kürt sorunsallığı”. Birçok kişiye göre Devlet, aslında devlet olarak devreye girmişti.
Ve bu hamlelerle başlayan süreç, 2025 yılının 27 Şubatı’nda Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ile bir netlik kazanmaya başladı. Öcalan, haklı olarak, kiminle savaşıyorsan onunla barışırsın, görüşünü dillendirdi ki doğrudur ve birdenbire Bahçeli, “kurucu önder” sözlerini telaffuz etmeye başladı. Kiminle savaşıyorsan onunla barışırsın vurgusu, TC devleti ile savaştıkları gerçeğinden hareketle, Bahçeli’nin, adı gibi devlet olduğunu da bize beyan etmiştir. Yoksa Bahçeli’nin İmralı’ya gittiğini bilmiyoruz, tersine ortada dolaşan bilgiler, ne kadar gerçeği yansıtır bilinmez ama Erdoğan’la Öcalan’ın Saray’da görüştüğü yolundadır. Dediğimiz gibi bilmiyoruz ve hiç de önemli değildir. Demek ki, Bahçeli’nin açıklamalarının devlet açıklamaları olarak kabul edildiği bilgisi nettir. Ve not edilmelidir ki, NATO bu projenin neresindedir, sorusu ortadadır. Ve NATO’nun nerede olduğu ortaya konmadan eksik bir resme ulaşmış oluruz ve her eksik resim, aynı zamanda yanlış resimdir.
Bugündeyiz.
Öcalan, silahlı mücadeleye veda etmeyi ve PKK’nin feshini talep etmiştir. Bu önerileri yüksek sesle Bahçeli zaten söylemişti. Ama bu bizim için bir anlam ifade etmez. Öcalan’ın açıklamaları önemlidir, öyle görürüz.
Kongre toplanmış ve bu iki karar alınmıştır. Kongre Mayıs 2025 başında toplanmıştır. Ekim 2024 tarihinden (Bahçeli’nin devlet adına DEM Parti sıralarında el sıkışması) bakılırsa, 8 ay sonra PKK kendini feshettiğini duyurmuştur.
Bir anlamda PKK adımlar atmıştır ve devletin henüz attığı adımları bilmiyoruz, öyle ise yoktur diyebiliriz.
Bu süreç, silahların sembolik bir tarzda, geniş bir çelik kabın içinde yakılması ile ilerledi. Yakılma, Besê Hozat tarafından (grubun lideri odur ve basına sızan bilgilere göre, Öcalan onun ikna edilmesini istemiştir) “siyasal eylem” olarak nitelenmiştir. “Siyasal eylemdir” denmesinin de bir anlamı olmalıdır.
Kongrenin fesih kararı almasından sonra, 9 Temmuz’da Öcalan’dan yeni bir çağrı gelmiştir. Bu çağrı, “Demokratik Modernite” (dm) dergisinin 52. sayısında yayınlanmıştır. En azından bizim ulaşabildiğimiz yer burasıdır. dm’nin aynı sayısında, “Kürt varlığında ve sorunsallığında bir dönemin sonu, yeni dönemin eşiğinde olmak” başlıklı Abdullah Öcalan imzalı bir metin yayınlandı. Bu metin, dm’nin dipnot bilgisinde açıklandığı üzere, Abdullah Öcalan’ın PKK’nin 12. fesih kongresine sunulan (25 Nisan 2025’te yazılmış olan) politik rapor çerçeveli perspektif metnidir (bu durumda bu metin, silah bırakma siyasal eyleminden önce yazılmıştır). İkinci dipnotta, yazının toplam 7 başlıklı çerçeve metin olduğu ve 1, 2 ve 4. sıradaki başlıkların yazıda çıkarılmış olduğu, diğer başlıklarda da bazı bölümlerin çıkarılmış olduğu belirtilmektedir. Yani, metin aslında tam (bütün) metin değildir.
Biz, PKK 12. Kongresinde alınan kararları, yayınlanmış olduğu ölçüde değerlendiren bir yazıyı Kaldıraç okurları ile paylaşmıştık. Bu yazıda, silah bırakma ve fesih kararlarını tartışmıştık. Elbette Kürt hareketinin attığı adımlara ilgisiz kalmamız söz konusu olamaz. Elbette orada da vurguladığımız gibi, bu kararlar kendi kararlarıdır ve bunu da kimseye soracak değildirler. Bizim değerlendirmemiz de bu temel üzerinde görüşlerimizin ifadesidir. Bugün ise, 9 Temmuz çağrısı ve Öcalan’ın kongreye sunduğu perspektif metnine (yayınlandığı kadarı) ulaşmış bulunuyoruz. Bu metinleri ele almak istiyoruz.
Öcalan’ın metni (“Kürt varlığında ve sorunsallığında bir dönemin sonu, yeni dönemin eşiğinde olmak”), Marksizm üzerine tartışmalar da içermektedir ve burası bizi de doğrudan ilgilendirmektedir. Bizi sadece Marksizme bir bilim olarak bakmamız nedeniyle değil, “ulus-devlet” hedefi ortadan kalktığına göre, bölge devrimi açısından da ilgilendirmektedir. Zira bölgemizin en gelişmiş hareketi Kürt Özgürlük Hareketi’dir.
***
Bir notla başlamalıyız.
Zaman zaman, çeşitli sol kesimler, Kaldıraç Hareketi’ni, Kürt meselesi konusundaki tutumu nedeni ile, deyim uygun düşerse “Kürtlere yakın”, “Kürtçü” vb. şeklinde değerlendirmişlerdir. Doğrusu bunlar, yani bize ilişkin bu söylemler, bizim için, Türkiye solundaki Kemalist damarın, Kürt hareketi konusunda mütemadiyen depreşmesinin bir ürünüydü, hâlâ da öyledir. Öte yandan, bize, bizimle birlikte başka birçok devrimciye, “madem o kadar Kürt hareketini savunuyorsunuz, buyurun oraya gidin” diyenler de çok olmuştur. “Komünistler Moskova’ya” tekerlemesinin bir başka türüdür. Kürt hareketi, Öcalan’ın söylemi ile 50 yıldır, bizim bilgimize göre 40 yılı aşkın süredir, TC devleti ile savaşmaktaydı. Gerçekte Kürt hareketinin, zafer için, birkaç düzine Türkiyeli devrimciye ihtiyaç duyduğunu düşünüyor olsak, hiç düşünmeden o harekete katılabilirdik (Aynı şey “Moskova’ya” dendiğinde de geçerlidir). Bunun için, tam bir ideolojik birlik vb. de aramazdık. Bize göre zafer, Kürt alanları dışındaki ülkenin her alanını kapsayacak şekilde, işçi sınıfının devrimci yolunda bir devrimci hareket geliştiği sürece olanaklı olacaktır. Bize göre, “ulusal kurtuluş” mücadelesi, içinden geçilen zaman diliminde sosyalist devrim ve enternasyonalist mücadele ile başarıya ulaşabilirdi. Bu dün de, bugün de geçerlidir. Elbette bazı farklılıklarla. Örneğin PKK’nin kendisini feshetmesi, ciddi bir durum farklılığıdır. Bu ve başka bazı farklılıkların toplumsal devrim pratiğine nasıl yansıyacağını birlikte yaşayıp göreceğiz. Karar onların kararıdır ve saygılıyız.
Tüm bu etkenler, bizim, Kürt hareketine kardeş (devrimci hareketimizin tarihinde kardeş ve abi yaklaşımı vardır. Egemen kültürün yansımasıdır, biz enternasyonalist anlamda kardeşlikten söz ediyoruz. “Siz kimsiniz ki küçük bir yapısınız ve koskoca büyük bir yapıya mı kardeş olacaksınız” anlayışı, Türkiye solunda eskiden kalma bir alışkanlıktır ve alışkanlıkları parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur) devrimci güç olarak yaklaşmamızın temelidir. Elbette, biz, bugüne kadar onların gücüne yakın bir güç hâline gelebilmiş değiliz. Böyle olunca kardeş güç ifadesi, belki de Kürt hareketi cephesinden ciddiye alınır bir ifade olmayabilir, ama bizim devrimci enternasyonalist anlayışımız içinde bu, güçten bağımsız hep böyledir ve öyle de olacaktır. Biz öyle bakıyoruz diye, başkalarının da bize “enternasyonal kardeş” olarak bakacağının da garantisi yoktur. İçinden geçilen dönem böylesi bir dönemdir, dünya devrimci hareketinin yenilgiden çıkış dönemidir.
Aşağıdaki tartışma, bu temel ve anlayış üzerinden hem zorunludur, hem de gereklidir diye düşünüyoruz.
Devlet (Bahçeli ve Erdoğan değil, devlet) ile Öcalan ve onun üzerinden PKK arasında süren görüşmelerin tüm detayları bizde yoktur. Bu nedenle de, özenle, bu iki metne bağlı kalarak tartışmayı sürdüreceğiz. Zaten PKK kongre kararlarına da bu titizlikle yaklaşmıştık. Okuyucu bu iki metne, dm’nin 52. sayısı sayesinde ulaşabilir. Elbette “9 Temmuz Çağrısı”, fesih kongresinden sonradır.
“9 Temmuz Çağrısı”, ikinci metinden (“Kürt varlığında ve sorunsallığında bir dönemin sonu, yeni dönemin eşiğinde olmak” başlıklı metin ) sonra yazılmıştır. Ve 9 Temmuz çağrısı, “Değerli yoldaşlar, Komünalist yoldaşlık hareketimizin geldiği aşamayı” sözleri ile başlamaktadır.
Uzun bir alıntı gereklidir.
Gelinen nokta oldukça değerli ve tarihi nitelikte sayılmak durumundadır. Bu arada köprü ilişkide bulunan yoldaşların çabası aynı değerde ve takdire şayandır.
Tüm yaşanan gelişmeler sonunda tarihi bir dönüşüm sayılması gereken bir Demokratik Toplum Manifestosu hazırladım. Bu manifesto, yaklaşık 50 yıllık “Kürdistan Devriminin Yolu” manifestosunu başarıyla ikame edecek niteliktedir. Sadece Kürt tarihsel toplumu için değil, bölgesel ve küresel toplum için de tarihsel toplumsal bir içerik taşıdığına inanmaktayım. Tarihi manifesto geleneğinin başarılı bir örneğini teşkil ettiğinden kuşku duymamaktayım.
Tüm bu gelişmelerin İmralı’da gerçekleştirdiğim görüşmeler neticesinde yaşandığını açıkça belirtmek durumundayım. Görüşmelerin özgür irade temelinde yürütülmesine azami dikkat gösterilmiştir.
Varılan aşama, yeni adımlarla pratiğe geçmeyi gerekli kılmaktadır. Bu aşamanın ve gerekli adımların da tarihi nitelikte olduğunun önemle belirtilmesi, anlaşılması ve gereklerine bağlı kalınması, yol alınması açısından kaçınılmazdır.
Varlık inkarına dayalı ve ayrı devlet amaçlı PKK hareketi ve dayandığı ulusal kurtuluş savaş stratejisine son verilmiştir. Varlık tanınmış, dolayısıyla ana amaç gerçekleşmiştir. Miadını doldurma bu anlamdadır. Gerisi aşırı tekrar ve açmaz olarak değerlendirilmiştir. Bu temelde kapsamlı eleştiri-özeleştiri devam edecektir.
Siyaset boşluk tanımayacağına göre boşluk, Barış ve Demokratik Toplum başlıklı program, “demokratik siyaset” stratejisi ve temel taktik olarak bütüncül hukukla doldurulmak durumundadır. Tarihsel nitelikte ve kader belirleyici bir süreçten bahsediyoruz.
Sürecin geneli olarak silahların gönüllüce bırakılması ve TBMM’de yetkili ve kanunla kurulması düşünülen kapsamlı komisyon çalışması önemlidir. Kısır mantıkla, önce sen-ben kısırlığına düşmeden, adımların atılmasında dikkat ve hassasiyetin gösterilmesi şarttır. Atılan adımların boşa çıkmayacağını biliyorum. Samimiyeti görüyor ve güveniyorum.
Dolayısıyla daha da parlak ve somut, kilit açıcı adımlara geçilmeye çalışılmaktadır. Benim tarafımdan ileri sürülen tezlerin belli başlı olanları şunlardır:
Herkesin üzerine düşeni yapması, Barış ve Demokratik Toplum hedefine ulaşılması, pozitif entegrasyonalist bir perspektifle mümkündür. Tüm anlatılanlardan çıkarılan sonuç; PKK, ulus devletçi bir amaçtan vazgeçmiş, bu temel amaçtan vazgeçişle birlikte temel savaş stratejisinden de vazgeçmiş, varlığını sona erdirmiştir. Gelinen tarihi noktanın daha da ileriye götürülmesi beklenmektedir.
Gerek TBMM ve komisyon için anlam ifade edecek, gerek kamuoyundaki şüpheleri giderecek ve sözümüzün gereğini karşılayacak şekilde silahların bırakılmasını, ilgili çevre ve kamuoyuna açık olarak temin etmemiz doğal karşılanmalıdır. Silah bırakma mekanizmasının kurulması süreci ileri taşıyacaktır. Yapılan silahlı mücadele aşamasından demokratik siyaset ve hukuk aşamasına gönüllüce geçiştir. Bu bir kayıp değil, tarihi bir kazanım olarak değerlendirilmek durumundadır. Silah bırakmaya ilişkin detaylar belirlenecek ve hızla hayata geçirilecektir (dm, sayı 52, s. 5).
Bu uzun alıntı “09 Temmuz Çağrısı” metninin, yayınlanmış olan metnin, temel çerçevesini vermektedir. Bu uzun alıntı, parça parça yapılacak alıntılarda muhtemel vurgu kayıpları gibi bir endişeyi de ortadan kaldırmaktadır.
Görüldüğü gibi, Öcalan, “komünalist hareket” demektedir. Oysa, bizim Marksist literatürümüzde, hattâ onun öncesinde de, komünist hareket vurgusu vardır. Aradaki bu vurgu farkı, Öcalan’ın özgünlük iddiasının da gereği gibi görünmektedir. 25 Nisan tarihinde kaleme alınmış olan ve PKK kongresine sunulan politik raporun üzerinde tartışırken, bunu (özgünlük iddiasını) daha net görme olanağımız olacaktır. Esasa gelelim.
“09 Temmuz Çağrısı”, aslında yaşanan süreci özetlemektedir. Buna bir diyelim.
İki, metin, “Demokratik Toplum Manifestosu”nu duyurmaktadır.
Üç, varlık inkârının ortadan kalktığını ve bu nedenle ya da bununla bağlantılı olarak, “ulus devletçi bir amaçtan” vazgeçildiğini belirtmektedir. Bu iki etken, PKK’nin feshedilmesini temellemektedir.
Bizim, 1992 yılını temel alarak, aslında Kürt sorununda özgün bir çözüm aşamasına gelindiğini belirttiğimiz, PKK’nin ise Kongre belgelerinde bunu 1993 yılı olarak ifade ettiği biliniyor. Demek ki, “09 Temmuz Çağrısı” metninde geçen “gerisi aşırı tekrar ve açmaz” olarak nitelendiğine göre, bize göre 1992, PKK kongre belgelerine göre 1993’te bu özgün durum tespit edilmiş olmaktadır. Bu özgün durumun temeli nedir? Normalde ulusal kurtuluş, ayrı bir ulus devlet ile sonuçlanınca çözüme ulaşmış olurdu. Bu ulus devletin, kapitalizmin içinde mi (TC devleti böyledir) yoksa sosyalist bir devrimle sistemden tümden kopma ile mi gerçekleşeceği ayrı (ayrı derken, çok da önemli bir ayrı anlamındadır) bir sorundur. İçinde bulunduğumuz kapitalist-emperyalist sistem içinde ulusal kurtuluşun sosyalizm dışında bir yolu yoktur. Kapitalizm içinde ulus devlet, aslında emperyalist sistemin içinde bir başka biçimde sömürge olmak demektir.. Bu nedenle, 1992 yılı temel alınırsa, Kürt devriminin önünde, bölge ve dünya devriminin bir parçası olarak, devrimci-enternasyonalist bir Kürt devrimi sorunu durmaya başlamıştır. Yıl 1992 veya 1993 olarak ele alındığında bu sosyalist çözümün zor olduğu açıktır. Bunda o gün içinde şüphe yoktu. Ama doğru strateji, zor mu sorusuna yanıt verilerek bulunamaz.
Elbette bu, mücadeleyi etkiler. Yani zor olanı yapmak, anlaşılacağı üzere başka zorluklara da katlanmak demektir.
Elbette Kürt Hareketi, kendi yolunu kendisi seçecektir. Bunu bize soracak değil. Ve elbette biz de bu yolun eleştirisini yapma hakkını kendimizde göreceğiz. Bugün, bu yolun daha açıklık kazandığını görmemiz mümkün olmaktadır.
Dördüncüsü, metin, bize “ulus devlet” amacından vazgeçildiğini söylemektedir. Bu durum, ayrı bir devlet kurmak yerine, ülkenin tümünde ve bölgede bir devrimi hedeflemek, dünya devriminin bir parçası olmayı öne almak demek olmalıdır. Oysa metin öyle demiyor, metin buradan, “Demokratik Toplum” sonucu çıkartmaktadır. Bu aslında yeni bir söylem de değildir. Bu konuda çok sayıda makale, dm’de önceden de yayınlanmıştır. Ama “demokratik toplum”un ne olduğu konusunda, Öcalan’ın kongreye sunduğu metin epeyce açıklık getirmektedir.
Oraya geliyoruz.
Dipnotta da söylendiği gibi, bazı başlıklar metinde yayınlanmamış, çıkartılmıştır. Bunun politik nedenlerini bilmiyoruz. Ama Öcalan, “09 Temmuz Çağrısı” metninde “Tüm bu gelişmelerin İmralı’da gerçekleştirdiğim görüşmeler neticesinde yaşandığını açıkça belirtmek durumundayım. Görüşmelerin özgür irade temelinde yürütülmesine azami dikkat gösterilmiştir,” demektedir. Yani metnin devlet tarafından bilindiğini varsayabiliriz. Bu durumda metinden, 1, 2 ve 4 no’lu başlıkların çıkarılması, başka bir anlam taşıyor olabilir. Yoksa devletin zaten bildiği bir şeyin, devrimci kamuoyu ya da kamuoyu tarafından bilinmesinin bir sakıncası olmaz. Eğer herhangi bir mücadelenin, örgütün ya da kişinin bir sırrı olacaksa (o kadar ki, sırrınızı saklamanız gereken ilk yer devlet olmalıdır), bu devlet tarafından biliniyorsa, artık sır olarak bir anlam taşımaz. Belki de bambaşka bir nedenle yayınlamamışlardır. Bilmiyoruz.
Böyle bir rotaya girdi, bu da bana göre sağlıklı bir yöntemdir. Bu yöntem temelinde başlangıcı biraz daha boyutlandırdık ve devlet denetiminde bu toplantımızla programı hazırlıyoruz (A. Öcalan, “Kürt varlığında ve sorunsallığında bir dönemin sonu, yeni dönemin eşiğinde olmak”, dm, s. 8)
Görüldüğü gibi Öcalan, açıktır, açıkça durumu söylemektedir. Demek ki, devletin bildiğini varsaymak abartılı değildir. Hem “9 Temmuz Çağrısı” hem de kongreye sunulan metin, devlet tarafından bilinen, “izin” verilen metinlerdir.
3 no’lu başlıkta (1. ve 2. başlık yayınlanmadı) Öcalan ya da metin (metinde devletin müdahalesi varsa da bu metin artık Öcalan’ın metnidir), “Tarihsel toplumda devlet ve komün ikilemi” başlığı altında tartışmaktadır. “Tarihsel toplum”, toplumun bir tarihsel varlık olduğunu vurgulamaktadır. Her toplum tarihseldir, her şey tarihseldir ve elbette her toplum tarihsel olduğuna göre (tüm toplumsal tarih kastedilmektedir), tarihte devlet ve komün ikilemi söz konusu edilmektedir. Böyle anlamalıyız.
Bir uzun alıntı daha gereklidir.
Tarihsel materyalizm, sınıf savaşımı yerine “komünü” ikame etmeli. Sadece gerçekçi bir yaklaşım değil, sosyoloji biliminde de özgürlük düşünce ve eylemi sosyalizme geçişin en sağlıklı yolu değil midir? Sınıf çatışmasına dayalı tarihsel materyalizm ve sosyalizm tanımı yerine, devlet ve komün ikilemine dayalı bir tarihsel materyalizm ve sosyalizm alternatifinin daha doğru olduğuna inanıyorum. Marksizmi gözden geçirmeyi, bu kavram yerine gerçekleştirmeyi daha doğru buluyorum. Yani tarih bir sınıf savaşımı tarihi değil, bir devlet ve komün çatışmasından ibarettir. Marksizmin bu sınıf ayrımına dayalı çatışma teorisi, reel sosyalizmin çöküşünün ana nedenidir. Eleştirmeye bile gerek yoktur. Ama nedenlerinin başında, bu sınıf ayrımına dayalı sosyolojiyi inşa etmeye çalışması gelir. Peki bu ayrımın yerine geçen devlet ve komün ikilemi ne anlama geliyor? Çok değerli bir tespit. Veya biliniyor ama sistematize edilmemiş. Benim burada yaptığım bir sistematik düşünmedir. Tarihsel materyalizmi bu kavram setinde çözümlemek istiyorum. Ayrıca güncel sosyalizmi sınıf diktatörlüğüne dayalı bir komünizm değil de devlet ve komünalite ilişkilerini düzenleyen bir kavram setine dayandırmak istiyorum. Bende, çok yapıcı ve çarpıcı sonuçları olacağına dair bir izlenim uyandırıyor. Bunu da şuna dayandırıyorum, toplum aslında komünal bir olaydır. Bu toplumsallıktır. Toplumsallık da komün demektir. İlkel komün klan demektir. Özel olarak komün kelimesine gelince, toplumsallık bilebildiğimiz kadarıyla, Mezopotamya alanındaki kültürel yükseliş, Sümer toplumunun çıkışı, yani devletin, kentin ve mülkiyetin, sınıfın türeyişine hangi temelde başlandığını çözümlememiz gerekmektedir. Başa devleti koymak isabetli, bir de komünü. Peki toplumsallık nerede? Toplum işin temeli. Çünkü M.Ö. 4000 yıllarına kadar toplumsal gelişme formu klandır. Kabile de diyebilirsiniz buna, aşiret de. Aşiret de bir komünler birliğidir aslında. Kabile bir komündür. Aile daha oluşmamış. Aile ve kabile aslında aynı anlama sahip, aynı olguyu ifade ediyor. Aile kabileden ve kabile de aileden fazla ayrışmamış. Neolitiğin doğuşu ile birlikte çarpıcı bir gelişme oluyor. Kabile ağırlıklı olarak neolitik ile bağlantılıdır. Neolitikten önce bu klandır. Komünün Kürtçemize yerleşmiş “kom” ile bağlantısını kendi dilimizden de öğrenebiliriz. “Kom”, “kombun” yani komün anlamına geliyor, toplanmak. Hâlâ kullandığımız bir kelime ki bu Aryen dilinin de buradan çıktığını, en azından 10 bin yıllık bir tarihi olduğunu gösterir. İşte Aryen kökenli dil grubunun da bu komün etrafında geliştiği açık. Kürtçe kom kelimesi bunu kanıtlıyor. Kelime türetmeleri de bunu açıklıyor. Komagene, bir devlet adı olarak geçer. Kabilebaşı, devleti türetir. Çıkarları zedelenen kabile üyeleri de komünü oluşturur. Aslında gerçek de böyle. Çok basit. Ben böyle büyük bir keşif de yapmadım. Kabilenin bastıranı, devlet hâline geliyor, aşiret reisi her kimse, onun sıradan üyeleri de kombun olarak sonra da aile olarak devam eder. Başındakiler de devletleşir. Devlet hanedanı. Alttakiler de sürekli ezilen kabile, ki devlet oldu mu ezilen kabile de olur. Ayrışma öyle başlar. Marksizmin, proletarya böyle oldu, proletarya şöyle gelişti demesi bana biraz zorlama gibi geliyor (dm, age, s. 8-9).
1
Burada Öcalan, “Marksizmi gözden geçirmeyi, bu kavram yerine gerçekleştirmeyi daha doğru buluyorum,” diyor. Cümlenin ikinci bölümünde düşüklük olma ihtimali var. Ama bu satırlar, dünyanın ulusal kurtuluş hareketleri içinde en gelişmiş gerilla hareketlerinden biri hâline gelmiş olan PKK’nin kongresine sunuluyor. Üstelik raporun başlığı “Kürt varlığında ve sorunsallığında bir dönemin sonu, yeni dönemin eşiğinde olmak”tır ve içinde Marksizm eleştirisi kabarık bir yer tutmaktadır. Demek, ciddidir. Marksizmi gözden geçirme düşüncesi ciddidir. Marksizmi gözden geçirme işi de ciddi olmalıdır.
Bu düşünce, 1890’lardan beri hep vardır Karl Kautsky, Bernstein, bu işin ilk öncülleridir. Yani Marksizmi gözden geçirme düşüncesi ne yenidir, ne de büyük bir keşiftir. Bu gözden geçirmelerde, tarih boyunca hep Marksizme saldırı vardır.
Biz Marksistler-Leninistler, teoriyi bir dogma olarak görmeyiz. Elbette sınıf savaşımı ve toplumsal yaşamın gelişimine göre, birçok yeni sorun ortaya çıkar ve bu açıdan bu sorunların ele alınması gereklidir. Ezberlenmiş formüller, teori değildir.
Bizim tarihimizde 12 Eylül karşı-devriminden sonra, özellikle TKP ve Dev-Yol’un kendilerini tasfiye ederken girdikleri yol da bir örnektir. Karşılaştırma niyetinde değiliz. Sadece bu yolun daha önceden de kullanılmış bir yol olduğunu vurguluyoruz.
Daha iyi bir örnek, SSCB çözülürken, Gorbaçov’un, “emperyalizm sömürgesiz de olabilir” ve “emperyalizm savaşsız da olabilir” tezleri çerçevesinde giriştiği Marksizme-Leninizme saldırılardır.
Her yol değiştirme hâlinde Marksizmi gözden geçirmek hep gündeme gelir. Oysa bir bilim olarak ele alınırsa diyalektik ve tarihsel materyalizm (ya da Marksizm ya da Marksizm-Leninizm), zaten mücadelenin gelişimine bağlı olarak sürekli gelişir ve ilerler. Bu duruma, yani bilimin gelişimine bir çeşit “gözden geçirme” denmiyorsa, ki burada bu yoktur, o zaman bir hat değiştirme, trenin yolda bir hat değiştirmesi hâlini de aşan bir yol değiştirme söz konusu olunca bu “gözden geçirme” kastediliyor ve çok kere denenmiş eski akımların yeniden yükseltilmesinden ibaret bir işe yeniden girişiliyor demektir.
Yoksa bilim, durağan değildir, olmaz ve sürekli “gözden geçirilir.” Gözden geçirme, modern burjuva ideolojisinin pragmatizmine sarılarak bir “gözden düşürme” ise, zaten bu her gün binlerce ideoloğun yapmaya çalıştığı iştir ve sınıf savaşımının da bir türüdür, hem de en şiddetlisinden.
Maalesef burada da durum budur.
2
Bir bilimsel çaba ya da çalışma, bir bilimsel düşünce eleştirilecekse, kural olarak o bilimin varsayımları da eleştirilmek zorundadır. Diyelim ki bir bilimsel deney yapacaksanız, ister istemez belli varsayımlardan hareket edersiniz. Bu deneyin sonuçlarını bilimsel anlamda eleştirecekseniz, tutarlı olarak bu çalışmanın varsayımlarını da eleştirmeniz gerekir.
Bu, diyalektik ve tarihsel materyalizm için de geçerlidir. Eğer siz Marksizmi eleştirmek istiyorsanız, “gözden geçirmek” istiyorsanız, onun dayanaklarını da açıkça eleştirmek ve o dayanakların, varsayımların doğru olmadığını kanıtlamak zorundasınız. Bilimsel olan bu yol olurdu. Örneğin, sınıf denilen şeyin ne olduğunu ya da insanlık tarihinin hangi aşamasında ve nasıl devletin oluştuğunu da anlatmak zorundasınız. Burjuva iktisat ve burjuva sosyolojisi, devleti ve toplumu kabul eder ama mesela “ailenin, özel mülkiyetin ve devletin kökeni” onları ilgilendirmez. Aileyi de, özel mülkiyeti de ve devleti de var olarak kabul ederler, tıpkı dinin insanı ve dünyayı bir varlık olarak kabul etmesi gibi.
“Yani tarih, bir sınıf savaşımı tarihi değil, bir devlet ve komün çatışmasından ibarettir” tezi, sadece yanlış değil, kolaycıdır da. Yanlış olmasına geleceğiz. Ama kolaycıdır, çünkü, “sınıflı toplumların tarihinin sınıf savaşları tarihi olduğu” savı, toplumun karşılıklı ve çıkarları uyuşmayan sınıflara bölünmüş bir bütün olduğunu varsayar. Hani çelişki maddede içseldir ve burada madde toplumdur. Eğer devlet ve komün iki kutup ise, demek ki sınıflar değildir. Öyle ise, aslında sınıflı toplumların tarihinin sınıf savaşları tarihi olmadığını anlatmamız için, toplum denilen şeyin maddî olarak sınıflara bölünmemiş olduğunu ortaya koymanız gerekir. Yani Marksizmi gözden geçirme konusunda bu denli ciddi isek, bu zahmete katlanmamız gerekir. Bunu yapmıyorsak, ya kafamız karışıktır ya da atılacak pratik adımlara bir çerçeve buluyoruz demektir. Kolaycıdır, yeni döneme evrilirken SSCB’nin başındaki Gorbaçov’un emperyalizm konusundaki yaklaşımına benziyor.
“Sınıf savaşımının yerine komünü koymak”, aslında komün denilen ve işçi sınıfının ilk iktidarı alma deneyimi olan şeyi, sınıf savaşımından koparmaktır. Yani, komün ve sınıf savaşımı, birbirinin yerine konulacak şeyler değildir. Komün, işçi sınıfının burjuvaziye karşı savaşımında Parisli işçilerin iktidarı geçici bir süre almış olması demektir. Bu, sınıf savaşımının bir sonucudur.
Devlet de başlangıçta sınıfların varlığının, gelişirken ise sınıf savaşımının sonucudur.
Demek, hem devlet ve hem de komün, sınıf savaşımının........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
John Nosta
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein