İlim ilim ilmektir

MUSİKİ meclisi kuruluyordu her hafta. İlahilerle başlayıp deyişlere geçiyorduk. Ardından yol gösteren irfan türküleri sıraya giriyordu. Sürpriz konuklar gecenin en sevimli renkleri oluyordu. Kimi yeni şiirini okuyor kimi de sözü güçlü şairlerin şiirlerini yorumlamayı tercih ediyordu. Cıva gibi gençler düştü bir ara ortamımıza. Kültürümüzü tanıma merakında olan bu delikanlılar zamanla evleri gibi belleyip müdavimi olmuşlardı muhabbetin. Neticede gurbetteydiler. Aile terbiyelerine halel getirmeyecek dahası köklerine inebilecekleri, kendilerini yabancı hissetmeyip aidiyet duygusu geliştirebilecekleri bir mekân bulmak elbette zordu. Hele de büyük şehirlerde…

Bu sebeple bazısı bizi babası gibi görüyor ve sığınabilecekleri büyüklerine yaslanmaları onlara güç veriyordu.

Memleketine izne gidip dönenler, yörenin meşhur lezzetlerine anne babalarının selamını da ekleyerek ikram ediyorlardı. Mezun olup görev alarak başka şehirlere taşınanlar ise videolarla hasret giderip, ilk fırsatta gelip yeniden nefeslenmeyi umuyorlardı. Hatta bu sık karşılaştığımız bir durumdu. Bir defasında doğuda vazife yapan bir arkadaş Konya’ya ailesine gitmeden önce elinde valizlerle meşk akşamına gelmişti. “Nereden gelip nereye gidiyorsun?” sualime “Kars’tan geliyorum, Konya’ya gidiyorum” demişti. “Evet ama burası İstanbul” dediğimdeyse “Uğramadan gidemezdim, çok özledim” demişti. En son içimizde büyüyüp serpilen bir yiğidimizin annesiyle elden ulaştırdığı asker mektubunu paylaşmıştık. Ülke dışında vatan görevi yapıyordu fakat mızrabını sazına her vurduğunda yanımızda, dostları yanı başında hissediyordu.

Anladım ki, muhabbet ehline mesafe sorulmazmış. Bu abesi bir daha işlemedim.

BENİM görevim ise bir nevi “Çeşme başı bekçisi” olmaktı.

Çeşme........

© İstiklal