İslâmafobiye Karşı Hakikat Diplomasisi ile Küresel Vicdanı Uyandırmak
İslâmafobi, modern manasıyla 20. yüzyılın son çeyreğinde yaygınlaşmış olsa da kökleri çok daha eskiye, Haçlı Seferleri’ne, Endülüs’ün yıkılışına ve Osmanlı’nın Avrupa’daki yükselişine kadar uzanır.
Orta Çağ Avrupa’sında “Türk korkusu”, “Müslüman tehlikesi” algısı, Batı’nın kendi kimliğini “öteki” üzerinden inşa etmesinde belirleyici rol oynamıştır.
Sanayi Devrimi ve sömürgecilik döneminde Müslüman toplumlar, Batı medeniyetinin “geri kalmış, mistik, irrasyonel” ötekisi olarak gösterilmiştir.
20. yüzyılın sonlarında İran Şiî Devrimi, Afganistan Savaşı ve Filistin meselesi gibi hadiseler, bu korku ve düşmanlık dilini yeniden canlandırmıştır.
Kapitalizm ve emperyalizm karşısında komünizmin çöküşüyle oluşan boşluğu doldurmak üzere, 11 Eylül 2001 belirli projeler ve operasyonlar hedefiyle önceden planlandığı anlaşılan gizemli saldırıları ve Müslümanlara yönelik algı operasyonları ise İslâmafobiyi küresel bir ideolojik kampanyaya dönüştürmüş; medya, siyaset ve güvenlik politikaları aracılığıyla “Müslüman tehdidi” ifadesi sistematik hale getirilmiştir.
Bugün İslâmafobi, sadece şahsî önyargı değil, aynı zamanda Batı’nın kültürel kimliğini koruma ve Müslüman dünyayı kontrol altında tutma aracı olarak işleyen, siyasî, ekonomik ve psikolojik boyutları olan küresel bir ayrımcılık mekanizmasına dönüşmüştür.
Batılı bir gazetenin karikatüründeki hakaret dolu çizgilerden, Asya'da bir caminin duvarına yazılan nefret sözlerine kadar uzanan bir yüzyıldayız. İslâmofobi, modern dünyanın kanseri haline gelmiştir. Peki, "Yeryüzündeki tüm mahlûkat Allah'ın ailesidir" hadis-i şerifinin muhatabı Müslümanlar, bu hastalıklı zihniyete karşı nasıl bir mücadele stratejisi geliştirmelidir?
Küresel İslâmofobi panoramasına bakıldığında, Pew Research verilerine göre, Avrupa'da Müslümanlara yönelik ayrımcılık, son 5 yılda B artmış. OECD'nin 2023 raporu, iş başvurularında Müslüman isimlerin reddedilme oranının g olduğunu gösteriyor. UNHCR verileri, Müslüman mültecilerin S'ünün temel insan haklarından mahrum bırakıldığını ortaya koyuyor.
Kültürel diplomasinin gücüne bakıldığında, Türkiye'nin belli eğitim ve kültür kurumları, 60 ülkede kültür köprüsü kuruyor. Malezya'nın İslâm Medeniyeti Müzesi, yılda 2 milyon ziyaretçiye İslâm'ın estetik mirasını tanıtıyor. Katar'ın Doha'daki Kütüphanesi, 1 milyondan fazla kitap ile ilim merkezi olarak hizmet veriyor. Daha pek çok örnek verilebilir.
Esas olan İslâm hakikatini tebliğin modern yöntemlerine bakıldığında, İslâmî ilimlerde dijitalleşme oranı 5'lerde kalırken, Hristiyan kuruluşlarında bu oran x’dir. Müslüman nüfusun `'ı internet erişimine sahipken, İslâmî içerik üretimi sadece seviyesindedir. İslâm ülkelerinin kültür bütçelerinin sadece %8'i yurtdışı tanıtıma ayrılıyor.
Teolojik-irfanî perspektif ile “vahyin ışığında tebliğ ahlâkı” açısından bakıldığında, İslâmafobi ile mücadelenin özü savunmada değil, hakikatin temsilinde ve yaşanmasında yatıyor. Kur’ân-ı Kerim, “En güzel sözle çağır” (Nahl 125) emrini verirken, Müslümanlara hakikati yaşamak, yaşatarak anlatmak vazifesi yüklüyor. Bu bakış açısı, tebliği bir propaganda değil, bir şahsiyet inşası olarak görüyor.
Diplomatik ve kurumsal perspektif ile İslâmofobi’ye karşı uluslararası duruş açısından bakıldığında, her ülke, kendi siyasî, kültürel ve toplumsal yapısına göre vahye dayalı İslâm’ı temsil etmelidir. Müslüman ülkeler, “İslâm ilim, güzel ahlâk ve........





















Toi Staff
Gideon Levy
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein