Sessizlikten Doğan Ses |
Hikmet Arıdil’in kitapları vardı.
Yedi mi, sekiz mi… Kendisi bile bazen sayıyı karıştırıyordu. Çünkü mesele sayı değildi. Mesele, kitapların var olmasıyla fark edilmesi arasındaki o uzun, incitici mesafeydi.
Her kitabı, gecenin bir vaktinde, ev halkı uyuduktan sonra yazılmıştı. Cümleler aceleyle değil, sabırla kurulmuştu. Hikmet Arıdil yazarken hiçbir zaman “çok satsın” diye düşünmemişti. O, kelimelere hakkını vermeye çalışmıştı. Ama kelimeler, her zaman kendilerine kulak verecek okurlar bulmuyordu.
Kitap fuarlarını severdi aslında. İnsan kalabalığının içinde kitabın kokusunu almak, masanın üzerinde kendi adı yazılı kartonları görmek ona iyi gelirdi. Ama sevincin hemen yanında bir kırgınlık dururdu. Saatler geçer, insanlar yan masalarda, popüler yazarların önünde kuyruklar oluşturur; onun masasının önünden ise çoğu zaman sadece bakıp geçenler olurdu.
Yine de her fuar sabahı kitaplarını özenle dizerdi. Sandalyeye oturur, beklerdi.
Umut, onun en inatçı alışkanlığıydı.
O gün de öyle bir gündü.
Fuarda son saatlerdi. Salon yavaş yavaş boşalıyordu. Hikmet Arıdil içinden,
“Bu da böyle geçti,” diye geçirdi.
Tam kitaplarını toplamaya hazırlanırken kalabalığın arasında tanıdık bir yüz gördü. Önce emin olamadı. Sonra kalbi hızlandı.
Ünlü bir sinema sanatçısıydı bu. Filmlerini izlediği, röportajlarını okuduğu, kitaplarla arasının iyi olduğunu bildiği biri…
Hikmet Arıdil tereddüt........