Zihinsel Bir Çöl Manzarası
Hangi toplum olursa olsun, her toplumun hayatı boyunca karşı karşıya kalabileceği en büyük felaket, ilgili toplumların hakikat ile propagandayı birbirinden ayırt etme yeteneklerini kaybetmeleridir. Anlık/günlük/pragmatik etkiler üretmesi beklenen propaganda günü kurtarmaya yarar. Propagandanın etkili olduğu toplumlarda, resmi çıkarlar adına, iktidar çıkarları adına, etnik ve mezhepçi karşıtlıklar adına, toplumun duygu ve düşünce dünyasına barbarca müdahale edilebiliyor. Psikolojik manipülasyonlar yoluyla kitleler, istenilen doğrultuda yönlendirilebiliyor. Toplumun zihinsel dünyası, iktidar ve saltanat ihtirasları adına sınırlandırılabiliyor. Bütün bu yapılanların ilgili toplumlara kötülük yapmak demek olduğu düşünülmüyor. Hangi yönde kullanılıyor olursa olsun, propagandanın anlamlı olması, ilkeli olması, tutarlı olması gerekmiyor. Popülist propaganda yoğunluklarına maruz kalarak, yanlış hayatlar, yanlış tercihler içerisinde yaşayan, yanlış konumları seçen halklar/toplumlar, bilinçli ortak bir iradeyi temsil-tecrübe cesareti göstererek artık yeter demedikçe, hiçbir şeyi hiçbir zaman değiştiremezler.
Güç ilişkilerinin belirleyici ve tayin edici olduğu bir dünyada/toplumda, hiç bir şekilde adalet'ten söz edilemez, nitelikli inşa'lar, dönüşümler gerçekleştirilemez. Otoriter devletçi popülizmler, hangi toplumda uygulanıyor olursa olsun, ilgili toplumları kültürel/entelektüel/estetik sefalete sürüklerler. Bu tür toplumlarda, içerisinde yaşamakta bulunduğumuz toplumda da, Müslümanları uysal/edilgen/konformist/teslimiyetçi nesnelere dönüştüren geleneksel kültürle yüzleşilemez, hesaplaşılamaz. Propaganda yoluyla aynılaştırılan, düşüncesizleştirilen, edilgenleştirilen halkların niteliksizlikleri, çapsızlıkları, sığlıkları, yavanlıkları, yeteneksizlikleri, siyasal sadakat ve siyasal putperestlik karşılığında, toplumlarımızda ödüllendirilebiliyor. Otoriter devletçi popülizme maruz kalan toplumlarda, özellikle İslam toplumlarında, Türkiyede de ötedenberi yaşanageldiği üzere, toplum, nihai bir tercih yapması gerektiğinde, İslam lehinde değil, otoriter devlet lehinde tercihte bulunuyor.
Propagandanın hakikati bastırdığı toplumlarda, toplumlarımızda, toplumsal bayağılaşma derinleşiyor, lümpenlik kol geziyor, siyaset ahlaki dil ve yaklaşımlara hayat hakkı tanımıyor, rövanşist siyasetin kişiselleşmesi sebebiyle, iktidar sağduyu sınırlarını aşıyor. Saltanat, iktidar ve tahakküm ayrıcalıklarını kaybetme korkusu yaşayan iktidarlar, büyük/derin/kapsamlı çok boyutlu toplumsal/kültürel çürümeyle yüzleşmek istemiyor. Tek adam rejimlerinde, tek adamlara tapınanlar, adam olmaktan çıkarak, kuklalara dönüştüklerini farketmiyor. Sorgulayıcı bir zihin dünyasına sahip olmadıkları için halklar, köleleşme/kuklalaşma süreçlerini sorun haline getirmiyor, bu alçaltıcı durumdan rahatsız olmuyor. Ahlaki bağımsızlıklarını bir şekilde kaybedenler, hiçbir şekilde zihinsel bağımsızlığa sahip olamıyor. Gerçek anlamda yaşamak, düşünerek, tefekkür ederek yaşandığı takdirde, bir anlam ifade eder. Düşünmek, çok yoğun bir çabayı zorunlu kılar. İslami değişim/dönüşüm/dayanışma/birliktelik, ancak, yerli-milli sınırlar, önyargılar, bencillikler kaldırıldığında başlayabilir. Yeryüzünü ve gökyüzünü aydınlatan yıldızlar arasında sınırlar olmadığını tefekkür etmek gerekir. İslami-ahlaki varoluş, ırkların-ırkçılıkların çok ötesinde çok büyük anlamlar-bilgelikler içerir. İslam dünyası ulus-devletleri, yerli-milli sınırların, önyargıların mutlaklaştırılması nedeniyle, İslami evrensel dayanışmaya mutlak anlamda yabancılaştılar, bu konuyu gündemlerinden çıkardılar. Sözünü ettiğimiz yabancılaşma sebebiyle, büyük, derin yabancılaşma sebebiyle, emperyalist/siyonist/faşist küresel haçlı ittifakına dahil olarak, Filistin davasına ve direniş mücadelesine ihanet ettiler, Filistinin/Gazze'nin sömürgeci dünya sistemine dahil olmasına, Gazze'de sömürge yönetimine onay verdiler. Köhne siyasetler, köhne kültürler, köhne sağcılıklar, köhne muhafazakarlıklarla, emperyalist vesayet ve meşruiyetin hizmetine giren İslam dünyası ulus-devletleri yönetimleri, kendi toplumlarında, kendilerini İslama nisbet eden halkları, İslami varoluşsal değerleri/ilkeleri/anlamları/aidiyetleri, temsil ve tecrübe edemeyecek çok sefil bir konuma sürüklüyor. Bu emsali görülmemiş teslimiyetçilikle ilgili olarak, İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, gerçek derinlikli sorgulamalar yapmıyor, yapamıyor.
Toplumlarımızda, hiç bir anlam ve etki alanına sahip olmayan, toplumlarımızı emperyalist vesayet ve meşruiyete elverişli hale getiren bilinç yoksunu oportünist muhafazakarlıklar, mümkün bütün İslami umutları, mümkün bütün gelecekleri imkansız hale getiriyor. Kendilerini çıkar ve iktidar mücadelelerine adayan oportünist muhafazakar kadrolar, İslami varoluşun bütün boyutlarına yabancılaşıyor ve emperyalist vesayeti içselleştiriyor. Bu içselleştirme sebebiyle, toplumlarımızda çok ağır bir bilinç kaybı yaşanıyor, bu bilinç kaybı nedeniyle bütün kamusal alanlar bu konuda suskun/tepkisiz/ruhsuz bir taşlaşma içerisinde bulunuyor. Bugün, içerisinde yaşadığımız toplum, çok katı otoriter devletçi bir popülizme mahkum edildiği için, sömürgeci bilginin, ilerleme ideolojisinin, sekülerleşmenin, rasyonalitenin, tek doğru sayılarak mutlaklaştırılması, evrenselleştirilmesi, bütün toplumlara/kültürlere dayatılması karşısında, entelektüel bir hesaplaşma yapamıyor, böyle bir hesaplaşmayı yapabilecek kadrolar yetiştiremiyor, iktidarların/siyasetin güdümünde olan üniversiteler bu hayati meselelerle ilgilenmiyor. Konformist kültür, popülist kültür, radikal/özgün/bağımsız/eleştirel kültür üretimini imkansız kılıyor. Tek boyutlu toplum, tek boyutlu kültür ve siyaset, eleştiri ve muhalefete hayat hakkı tanımıyor. Otoriter devletçi oportünizm, politik rakiplerini hapse atmakla iktifa etmiyor, hapse atılanların ailelerini de sistematik bir şekilde taciz etmek suretiyle, ilkel davranışlar sergiliyor. Hangi toplumda olursa olsun, en büyük terörün hukuksuzluk olduğunu bilmek gerekiyor.
İslam........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein
Rachel Marsden