Annem “GÜLKIZ”

“Abi, innâ lillah ve innâ ilayhi raciûn…”

Devamı belliydi. Emr-i Hak vaki oldu demek. Beklediğimiz bir haberdi. Birkaç saat öncesinde yine biraderim aramış, telefondan annem için Kur’an okumuştum. Okudum dediysem de bir sayfanın yarısı bile sürmemişti; boğazım düğümlenmiş, hıçkırıklar peş peşe gelmiş, sesim çıkamaz olmuştu. Ve telefonu kapatmış, ağlama nöbetleri yaşamıştım sarsıla sarsıla.

Demek artık hüküm icra edildi, son nefes verildi, tahsis edilmeyen nefes alınamadı, dünya seferi sona erdi. Lâlü ebkem oldum, gönlü hûn oldum, şikeste-dil oldum, perişan bir hâl aldım.

Elbette ilk defa annem vefat ediyordu ve bunun tekrarı yoktu, olamazdı. Bir annem vardı ve yeni bir anne edinme gibi bir durum da yoktu. Bu gidişin gelişi de yoktu. O şimdi fani dünyadan ebedi âleme irtihal ediyordu.

Ona eşlik etme imkânı da yoktu. Bırakın mezarda onunla yola devam etme, Ankara’dan, Antep’e giderken bile eşlik edememe riski vardı. Bir evlat için en büyük acılardan biri, annesinin cenazesine katılamaması olsa gerek. Böyle bir şeyi hiç düşünmemiştim, şimdi yaşayacaktım. İşte annem vefat etmiş ve ben koronaya yakalandığım için cenazesine katılamayacaktım. Son bir umutla kovid testi yaptırdım. Benim test sonucu, gitmeme izin vermedi. Uçakla zaten gidemezdim. Araçla gitme durumunu da çok düşünmekle beraber, namaz ve taziye için geleceklere, bir risk oluşturacağından bunun bir vebal olacağı aşikârdı.

Hemen hazırlanarak, hanımla birlikte Gülsüm kardeşimin iki kilometre ilerimizdeki evine gittik. Umutlarımızın neredeyse tükendiği son haftada memleketten babam da gelmişti. Şimdi ona nasıl haber verecektik? Acaba haberi var mıydı? Babam nasıl dayanacaktı? Tepkisi ne olacaktı? Bir sağlık sorunu yaşamaması için ne yapmalıydık?

Bunların hepsini tek tek yaşadık.

Babamın, hayattayken keyif ve sevgiyle terennüm ettiği “Gülkız” seslenişleri, ağlayış, tevekkül, emri hakka teslimiyet, hayat arkadaşına veda sözleri şeklinde çıkıyordu artık. Onunla ilgili sitayişkâr mırıldanışları bizim için de birer teselli kaynağıydı.

Denge insanı, vakar abidesi

Annem hep denge insanıydı. Aşırılıktan uzak bir yapısı vardı. Duygularını çok fazla belli etmezdi. Bir kadın ve anne olarak ne kadar saklayabilirse o kadar işte.

Çok sakin, dingin, vakur idi annem. En acı olaylar karşısında sabrını kuşanırdı. Böylesi durumlarda feryat figan ettiğini görmedim, kendisini kızdıracak bir durum olduğunda bağırıp çağırdığını duymadım. Olaylara yaklaşımı, insanlara bakışı, hayatı anlamlandırışı hep bir denge ve makuliyet üzereydi.

Muktesit ev kadını

Aile hayatında, ev ekonomisinde de denge üzereydi; muktesit bir kadındı. Babam tek maaşla, imamlık maaşıyla o günkü şartlarda bile kalabalık sayılacak bir nüfusun geçimini sağlamak için çırpınırdı. Babam ne kadar eli bol ise annem de o kadar dengeliydi.

O, sınırlı gelire rağmen tasarruf eder, hane halkına da misafirlere de akrabalara da ikram eder, Rabbim de bereketini ihsan ederdi.

Misafirperver

Onun en belirgin özelliklerindendi. Misafirperver olmanın zenginlikle doğrudan bir ilişkisi yoktur. Nice zengin, kuruşu harcarken eli titrer. Ancak ikram etmek de çok yorucu. Evde hizmet edecek kimse olmayınca ne kadar istense de zorluklar........

© İnsaniyet