Adil Esad Özgüner
İstanbul’daki yedinci eğitim-öğretim yılımın da sonuna geldim. Sakarya’nın, Bolu’nun yeşil dağlarını izleyerek Ankara’ya dönüyorum. Bu şehir, Allah’ın kullarına karşı ne kadar lütufkâr olduğunun en açık delillerinden biri. Mavisiyle, yeşiliyle, sunduğu imkânlarla, içerisinde topladığı güzel insanlarla, dost meclisleriyle nimetleri saymakla tükenmez. Bu şehre olan borç, ödemekle kapanmaz.
Bu senenin benim İstanbul maceramda müstesna bir yeri vardı. İstanbul’un her mevsim farklı güzelliklere gebe efsanevi Boğaz’ıyla çok fazla haşır neşir oldum. Boğaz, gri şalını örtündüğünde, turkuaz elbisesini takındığında, beyaz köpükten takılarıyla süslendiğinde hep onunla beraberdim. Göğün her türlü renk oyununa nasıl eşlik ettiğini, kıyılarında öngörülemez kıvrımlarla uzanan sahillerle ettiği ahenkli dansını, bir anda yükselen tepeleri süsleyen ağaçlarla nasıl uyum sağladığını kendi gözlerimle gördüm. Sarayburnu’nun kayalıklarından kendimi suya bırakıp manzaranın bir parçası gibi hissettim, vapurlara akrobatik hareketlerle eşlik eden yunuslarla Boğaz’ın mucizelerine şahit oldum. Gerek Aşiyan sahillerinde gerek Üsküdar kıyılarında uzun uzun Boğaz’ı........