Krizlerin normalleştiği bir dünyada 2025’ten kalanlar |
Uluslararası sistem uzun süredir çoklu krizlerle tanımlanıyor. Ancak artık krizlerin kendisi değil, bu krizlerle yaşama biçimi sıradanlaşmış durumda. Savaşlar, ekonomik daralma, otoriterleşme ve kitlesel yerinden edilmeler geçici istisnalar olmaktan çıktı, küresel siyasetin kalıcı unsurlarına dönüştü. Çoklu kriz kavramı bir süredir dolaşımdaydı, fakat bu tablo ilk kez bu kadar iç içe ve eşzamanlı biçimde yaşanıyor. Küresel kapitalizmin eşitsizlik üreten yapısı derinleşirken, demokratik kurumlar bu baskıyı dengeleme kapasitesini büyük ölçüde yitirmiş görünüyor. Güvenlik ve istikrar söylemleri siyasal alanın merkezine yerleşiyor; seçimler ise bu yönelimi frenleyen değil, çoğu zaman onaylayan araçlara dönüşüyor.
Bu dönemi ayırt edici kılan unsurlardan biri, gücün artık normlar ve kurumlar üzerinden değil, doğrudan çıkar ilişkileri üzerinden kullanılması. Uluslararası hukuk, insan hakları rejimi ve çok taraflı mekanizmalar geri çekilirken, büyük aktörler krizleri yönetmekten ziyade onları pazarlık unsuru haline getiriyor. Küresel siyaset, farklı coğrafyalarda benzer yöntemlerle ilerliyor.
Bu dönemi ayırt edici kılan bir başka başlık ise ekonomi ile jeopolitiğin giderek daha iç içe geçmesi oldu. Ülkeler, ekonomik bağları ve küresel tedarik zincirlerindeki kırılganlıkları yalnızca bir risk alanı olarak değil, doğrudan bir baskı ve pazarlık aracı olarak kullanmaya başladı. Çin, yüksek teknolojili üretimden savunma sanayine kadar pek çok alanda kritik öneme sahip nadir toprak elementlerinin tedarik ve işleme kapasitesini ihracat kısıtlamalarıyla kontrol altına alırken, bu kapasiteyi açık bir jeoekonomik koz haline getirdi.
ABD ise müttefiklerinin güvenlik şemsiyesi, teknoloji ve pazar erişimi konularındaki bağımlılığını ticaret ve gümrük başlıklarında taviz koparmak için devreye soktu. Uzun yıllar boyunca küresel tedarik zincirlerinin açıklığına ve karşılıklı bağımlılığa güvenen ülkeler, bu yeni jeopolitik/ekonomi döneminde kendilerini giderek daha kırılgan buluyor. Bu nedenle birçok ülke, kendi egemenlik kapasitelerini artırmaya ve dışa bağımlılığı azaltmaya yöneliyor. Ancak bu yönelimin, önümüzdeki dönemde yeni sürtüşme ve gerilim alanları üretmesi şaşırtıcı olmayacak.
Trump’ın ikinci dönemi ve güç siyaseti
Bu tablonun merkezinde, Trump’ın ikinci başkanlık döneminde izlediği politika yer alıyor. Trump yönetimi, uluslararası ilişkileri uzun vadeli ittifaklar ya da kurumsal dengeler üzerinden değil, anlık çıkar hesapları ve doğrudan pazarlıklar üzerinden yürütmeyi tercih etti. Bu stratejinin en büyük kazananı Trump ve ailesi oldu. The Newyorker web sitesindeki “The Year in Trump Cashing In-Trump’ın para kazandığı yıl” yazısında John Cassidy bunu ayrıntılarıyla anlatıyor.
Trump yönetimi, 2025 yılı boyunca dış politikayı bir emlak müzakeresine indirgedi. Bu yaklaşım, en görünür biçimini ABD ile Çin arasındaki ticaret ilişkilerinde aldı. Yılın ilk aylarında Washington, Çin menşeli ürünlere uygulanan gümrük tarifelerini hızla artırdı; bazı kalemlerde oranlar yüzde 125’e kadar çıktı. Bu adımlar küresel piyasalarda dalgalanmaya yol açarken, ABD iç ekonomisinde de maliyet........