Masum değiliz hiçbirimiz: Beyan, ifşa, rıza ve hakikat

Bir ay önce bir genç intihar etti. 3 Haziran’da. …

Kendisinin içinde olduğu sol yapıya cinsel taciz suçlamasıyla ihbar edildi. Bu yapı cinsel suçlarla mücadele süreçlerini başlattı. Ancak, ifadelerin alınmasını beklemeyen beyan sahibi, genci görüşmeye çağırdı. Görüşmede “suçunu itiraf et” iddialarıyla fiziksel şiddet uygulanan gencin videosu çekildi. Video sosyal medyaya servis edildi.

Ve bir genç videonun yayınladığının günün akşamı, ihbardan iki gün sonra, intihar etti.

Adı Yusuf Said Uçak’tı…

Feminist olarak bu acı kayba dair bir konuşma sorumluluğu hissettim. Bireysel olarak ahlaki ve toplumsal olarak dönüşmenin aciliyetini yeniden hissettiren bir sorumluluk, özellikle günümüzün neoliberal, teknofaşist ve erkek egemen dünyasında “kazanmak” uğruna insanların yaşamını hiçe sayan anlayışı tartışmak üzerine bir sorumluluk. Zira, yaşananlar kadınlara, LGBTİQ ’lara ve çocuklara yönelik şiddet ile mücadele için yaşamsal önemi olan “kadının beyanı ilkesi” ve “ifşa” mekanizmalarının oldukça yanlış, hoyratça, hakikat ve adaleti hiçe sayan kullanımılarının son örneğini teşkil ediyor. Bazı feministlerin “bunun feminist beyan ve ifşa ile ilgisi yok” dediğini okudum. Doğru olabilir. Ancak, algının gerçeği gölgelediği bu dönemde, bu yanlış örnekler çoğalırken, maalesef özellikle “sosyal medyada” linçlenme korkusundan geç kalınmış bir tartışmayı yürütmeyi ertelemenin ahlaki, vicdani yükünü artık taşıyamaz hale geldiğim için bu satırları kaleme alıyorum.

Cinsel taciz, istismar, şiddet gibi kavramların ne olduğunun konuşulması ve bunların onarıcı adalet ile çözülmesi yaşamdan yana bir dönüşüm için şart. Hukuk elbete bu işin içinde. Ancak, hukuğun ister istemez kendi sınırları var. Öncelikle karmaşık güç ilişkileri, duygular, duygulanım, eylemler ve tecrübe gibi faktörlerle şekillenen toplumsal ilişkileri, beyan, ispat ve ceza gibi süreçlerle anlamaya çalışmak ister istemez kendi içinde kısıtlılığını barındırıyor. Ayrıca, sosyal medyanın siyah-beyaz ikilikler, yani “ya benim tarafımdasın ya da, ötekisin” anlayışı içinde adaleti tarafların, olayın gerçekliği açısından tartışmadan “politika adına apolitikleşen” bir dünya ruhu halinde hukuka giden süreçler de linç kampanyaları haline gelebiliyor. Tabi, Yusuf Said Uçak olayında gördüğümüz gibi, olayın kurumsal prosedürleri tamamlanamadan ve hukuk sürecine bile ulaşamadan sonuçlanabiliyor. İşte o yüzden onarıcı adalet mekanizmalarını ve hukuğu yaşamdan yana, topluma kazandıran bir yerden kurmak lazım. Feminizm adına bunun aksini iddia edenlerin yüzyılları aşan feminist literatürü de naif bir yaklaşım ile “yanlış”, gerçekçi bir yaklaşımla “kötü niyetli” ve “çıkarcı” bir yerden okudukları da bence aşikar.

Erving Goffman’ın 1963’lerde tartışmaya açtığı damgalama ve dışlanma süreçleri bugün sosyal medya ile hakikat olarak bize sunuluyor ve adalet önemsiz bir detay olarak algılanıyor. Zira, o biricik politika adına apolitikleşen ve politik mekanizmaların bir hınç aracına dönüştüğü günümüzde taraf olmak ve güç ilişkilerinde kazanmak, hakikat ve adaletten önemli. Ancak, suçlu veya masum, bir insanın öldüğü yerde kimse kazanımdan bahsedemez.

Meselenin detaylarına girmeden evvel bir noktayı baştan ifade etmek istiyorum. Sosyal medyaya baktığımda, feminizm adına yapılan eylemlerin lince giden yolunu savunan yorumlar görüyorum. Bu savunmalar da, aksini iddia edenler “sol erkek sevici” veya bir şekilde “fobik” ve bunun gibi ithamlarla yaftalanıyor. Bu yazıya bu şekilde yapılan yorumlara cevap vermeyeceğim. Zira, bu meseleyi kamusal alanda yazmak istememin amacı, siyah-beyaz zıtlıklar içinde hakikat, adalet ve yaşamdan yana bir dünyayı nasıl kurabilirizi birlikte düşünmeye itmek. Yani içerikle ilgili detayları tartışmak, birbirimizi anlamaya çalışmak, bunu yaparken “yenmek” ve “üste çıkmak” yerine “birlikte dönüştürmek” kanımca esas kazanım.

Beyan, ifşa ve onarıcı adalet nedir?

Türkiye’de feminist hareket son yıllarda önemli kazanımlar elde etti, ancak aynı zamanda güçlü tepkilerle de karşılaştı. Bu çerçevede en çok tartışılan araçlardan ikisi, “kadının beyanı esastır” ilkesi ve ifşa pratikleri. “Kadının beyanı esastır” ilkesi, cinsiyet temelli şiddetle mücadelede kadınların sözünü merkeze alarak, yargının sistematik eşitsizliklerini dengelemeyi amaçlar. Ancak bu müdahalenin kamuoyunda “kadınlar sorgulanamaz” veya “erkekler doğrudan suçludur” gibi indirgemeci biçimlerde algılanması, tartışmalı bir zemine yol açıyor. Bu yüzden, feminist mücadelenin hedefi sadece mağduru korumak değil, bu korumayı topluma meşru ve anlaşılır biçimde anlatmak. İfşa ise, çoğunlukla hukuki yolların yetersiz kaldığı durumlarda, mağdurların yaşadıklarını kamusal alanda görünür kılma çabasıdır. Ancak delilsiz suçlamalar ya da sosyal linç riski, bu yöntemin sınırlarını da tartışmalı hale getirir. Feminist hareketin bu araçları tartışılmaz doğrular olarak değil, etik ve stratejik sınırlarıyla birlikte ele alması, adalet talebini daha güçlü ve kapsayıcı kılacaktır.

Bu noktada onarıcı adalet, yalnızca failin cezalandırılmasına değil, mağdurun yaşadığı zararın tanınmasına, toplumsal farkındalık yaratılmasına ve iyileşmeye odaklanır. Feminist hareketin “beyan” ve “ifşa” gibi araçları, onarıcı adalet perspektifiyle birlikte düşünüldüğünde, yalnızca bireysel intikam değil, kolektif dönüşüm ve yeniden yapılandırma amacı taşıdığı daha iyi anlaşılır. Yani, mağdurun travması giderilirken, failin de dönüştürülmesi önemlidir. Feminizm bu araçların sadece haklılık üzerinden değil, toplumsal dönüşüm yaratma kapasiteleriyle de değerlendirilmesi gerektiğini savunur. Ayrıca, beyan ve ifşa gibi........

© İlke TV