Roboski: Sessizliğe ağıt |
Gece, soğuk ve uğuldayan rüzgârın altında küçük bir karaltıydım sadece. Ay ışığında görünen görkemli dağlar karanlığa gömülmüş, soluk yıldızlar yansıtıyor gölgeleri. Bodur ağaçlar, masallardaki devleri ansıtan kayalar, siyah bir örtü gibi üzerimize çekilmiş bulutlar. Hepsinin gölgesi benden büyük. Üşümemek için pantolonumun üzerine giydiğim şalvar büyük, gömleğimin üzerindeki abimin kazağı büyük, kolları yıpranmış babamın eski paltosu büyük. Katırlar ve sırtlarındaki denkler büyük.
Ve ben, on üç yaşında, bir dağ ayazında, gece karanlığında, uzak yıldızların altında, küçük bir karaltıydım. Gölgem, yorgun katırların gölgesine saklanmış, yüz yıllık bir patikada ayak izlerim belirsiz. Akşam alacasında yola koyulmuş, ardımda silikleşirken köyün ışıkları, geceyi kuşanmışım.
Ben, on üç yaşında, bir ölüm kervanında, üzerimde sonsuz bir gökyüzü. Aklım, fikrim uzakta, toprak damlı bir evin içinde, dört yaşında kardeşim Zelal, mini minnacık yüzü.
Ben, on üç yaşında, ömrümden erken büyümüşüm. Babam öğretmiş kuşağımı bağlamayı, sessizce karanlığa akmayı, ıssızlıkta çoban ateşleri yakmayı. Parmaklarım sızlayınca soğuktan, soluğumla ısıtmayı. Ve dağın ardına giderken yolumu kaybetmekten korkunca, -korkma- demiş babam: “Dağın iki yüzü de senin.”
Ve öğrendiğim gibi usulca geçtim dağın........