17 yaşında durdurulan hayat, devam eden devlet aklı |
Türkiye’nin yakın tarihi yalnızca olan bitenlerle değil, nasıl gerekçelendirildiğiyle de hatırlanır. Devletin kendini tehdit altında hissettiği anlarda hangi araçlara başvurduğu, hukuku nasıl esnettiği ve kimi koruyup kimi feda ettiği sorusu hâlâ güncelliğini koruyor. Erdal Eren’in idamı bu soruların en sert biçimde düğümlendiği anlardan biridir.
Erdal Eren’in ölümü bir adli karar değildi, bir rejim anıydı. Devletin, kendini tehdit altında hissettiği anda hangi dili konuştuğunu, hangi hayatları gözden çıkardığını gösteren çıplak bir andı. O gün 17 yaşında bir çocuğun bedeni üzerinden bir düzen yeniden kuruldu.
Erdal’ın yaşı büyütüldü. Bu teknik bir ayrıntı değildi. Hukukun, gerçeği eğip bükerek iktidarın ihtiyacına göre yeniden yazılabileceğinin ilanıydı. Devlet, “çocuk” dememek için kâğıtları değiştirdi; çünkü bir çocuğu öldürmek meşru değildi ama bir “suçluyu” idam etmek mümkündü. Böylece adalet hakikatten değil, ihtiyaçtan yana konumlandı.
Bu yüzden Erdal Eren’in idamı bir istisna olarak okunamaz. Bu, Türkiye’nin uzun siyasal tarihinde tekrar tekrar gördüğümüz bir refleksin açık ifadesidir: Kriz anlarında hukuku askıya almak, gençliği hedef almak,........