MÜLKİYETİN SINIRINDA BİR GÜVENLİK TEDBİRİ: TÜRK CEZA HUKUKUNDA MÜSADERE REJİMİ VE TARİHSEL EVRİMİ |
GİRİŞ
Mülkiyet hakkı, temel insan hakları doktrininde ve anayasal düzende "dokunulmazlık" atfedilen en güçlü haklardan biridir. Ancak kamu düzeninin korunması ve suçla mücadele stratejileri, bu hakkın belirli koşullarda devlet lehine sınırlanmasını zorunlu kılar. Bu sınırlamanın en keskin enstrümanı ise kuşkusuz "müsadere" kurumudur. Tarih boyunca bir siyasi tasfiye ve cezalandırma aracı olarak kullanılan müsadere, modern Türk hukukunda köklü bir paradigma değişimine uğrayarak bir "güvenlik tedbiri" kimliğine bürünmüştür.
I. TARİHSEL PERSPEKTİF: SİYASİ CEZADAN HUKUKİ TEDBİRE
Müsadere kavramı, tarihsel süreçte mülkiyetin devlet eliyle zorla alınmasını ifade etmiş; Roma hukukundan Osmanlı hukukuna kadar geniş bir uygulama alanı bulmuştur. Osmanlı Devleti’nde müsadere, özellikle devlet görevlilerinin haksız kazançlarını engellemek ve merkezi otoriteye rakip güç oluşumlarını bastırmak amacıyla bir yönetim tekniği olarak uygulanmıştır. Ancak bu durum, mülkiyet güvenliğini zedelediği gerekçesiyle modernleşme sancılarını da beraberinde getirmiştir. Bu evrimin temel durakları şu şekildedir:
· Tanzimat Öncesi Dönem: "Genel müsadere", özellikle devlet görevlilerinin ve siyasi figürlerin tüm mal varlığının devlete geçirilmesi şeklinde bir yönetim tekniği olarak uygulanmıştır. Bu durum, sermaye birikimini engellemiş ve mülkiyet güvenliğini zedelemiştir.
· 1839 Tanzimat Fermanı: Bu belge, mülkiyet hakkını "can ve namus" ile aynı düzeye taşıyarak genel müsaderenin ilkesel olarak kaldırıldığını ilan eden ilk siyasal taahhüttür. Fermanla birlikte devlet, keyfi el koyma yetkisinden vazgeçtiğini dünyaya deklare etmiştir.
· 1858 Ceza Kanunname-i Hümayunu: Tanzimat ile başlayan hukuki süreç, 1858 tarihli kanunla pozitif hukuk normuna dönüşmüştür. Bu düzenleme ile "genel müsadere" yasal olarak sınırlandırılmış; müsadere artık sadece suçla bağlantılı eşyaya yönelik "özel........