menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

TÜRK İCRA VE İFLAS HUKUKUNDA SUİ GENERİS BİR PROBLEM: ENKAZ HACZİ, HUKUKİ NİTELİĞİ VE GÜNCEL YARGITAY UYGULAMALARI

3 2
09.12.2025

GİRİŞ

Türk Eşya Hukuku’nun Roma Hukuku’ndan tevarüs ettiği en temel ve sarsılmaz ilkelerden biri, "üst toprağa tabidir" (superficies solo cedit) kuralıdır. Türk Medeni Kanunu’nun 684. maddesinde vücut bulan bu ilke uyarınca, bir arazinin mülkiyeti, kural olarak o arazi üzerine inşa edilen yapıları, dikilen fidanları ve ekilen tohumları da kapsar. Mülkiyet, arzın derinliklerinden gökyüzüne kadar uzanan bir bütündür. Ancak hukuk kuralları, toplumsal gerçekliklerden yalıtılmış bir fanus içinde işlemez. Türkiye’nin özellikle 1950’li yıllardan itibaren tecrübe ettiği hızlı ve çarpık kentleşme süreci, "gecekondu" gerçeğini ve tapusuz taşınmaz olgusunu hukuk sisteminin kucağına bırakmıştır.

Mülkiyeti Hazineye, belediyeye veya üçüncü bir şahsa ait araziler üzerine, arsa malikinin rızası hilafına veya zımni kabulü ile inşa edilen yapılar, klasik eşya hukuku kalıplarını zorlayan sui generis (kendine özgü) durumlar ortaya çıkarmıştır. İşte bu noktada, İcra ve İflas Hukuku pratiğinde "Enkaz Haczi" olarak adlandırılan kavram devreye girmektedir. Teknik anlamda yıkıntı veya moloz anlamına gelen "enkaz", icra hukukunda yaşayan, kullanılan, ekonomik değeri olan ancak hukuki statüsü (tapusu) bulunmayan yapıları tanımlamak için kullanılan bir terim haline gelmiştir. Bu çalışmada, enkaz haczinin teorik temelleri, borçlunun en temel haklarından biri olan "meskeniyet" (haline münasip ev) iddiası karşısındaki durumu ve paraya çevrilme sürecindeki hukuki açmazlar; doktrin görüşleri ve Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin yerleşik içtihatları ekseninde incelenecektir.

I. ENKAZIN HUKUKİ NİTELİĞİ: TAŞINMAZ GÖRÜNÜMLÜ MENKUL

Enkaz haczinin belki de en kafa karıştırıcı ve paradoksal yönü, fiziksel olarak bir "taşınmaz" niteliğinde olan binanın, icra hukuku prosedürleri açısından bir "taşınır" (menkul) muamelesi görmesidir. Bir yapı, eğer üzerinde bulunduğu arazinin mülkiyetinden bağımsızsa ve tapu sicilinde o yapı için tesis edilmiş bağımsız bir hak (üst hakkı gibi) yoksa, hukuk düzeni o yapıyı adeta bir "malzeme yığını" (levazım) olarak kabul eder.

Bu kabulün pratik sonucu şudur: Alacaklı, borçlunun başkasının arazisi üzerine yaptığı evi haczettirmek istediğinde, icra dairesi tapuya şerh düşemez. Çünkü ortada yapıya ait müstakil bir tapu sayfası yoktur. Bunun yerine icra memuru, İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) menkul hacrine ilişkin 88. maddesi uyarınca mahalline gitmek, yapıyı fiilen görmek, niteliklerini tutanağa geçirmek ve bir "taşınır mal" gibi haczetmek zorundadır. Nitekim Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin istikrar kazanmış içtihatları da bu yöndedir; tapusuz taşınmazlar veya enkaz üzerinde "kaydi haciz" (sadece dosya üzerinden yapılan haciz) geçersizdir, mutlaka mahallinde yapılacak "fiili haciz" gereklidir.1

Bu durum, hukuk mantığı açısından bir kurgu (fiksiyon) yaratır. Bina fiilen oradadır, insanlar içinde yaşamaktadır; ancak icra memuru o binaya baktığında, hukuken "bir araya gelmiş tuğla, çimento, demir ve ahşap yığını" görmektedir. Bu bakış açısı, Yargıtay 8. Hukuk Dairesi tarafından da desteklenmekte, tapuda kayıtlı olmayan yapıların haczinin menkul haczi hükümlerine göre yapılması gerektiği vurgulanmaktadır.2

II. DOKTRİN VE YARGI ARASINDAKİ MAKAS: MESKENİYET İDDİASI

Enkaz haczinin doktrin ve uygulamayı karşı karşıya getirdiği en can alıcı nokta, borçlunun İİK m. 82/12’de düzenlenen "haline münasip evi haczedilemez" kuralından yararlanıp yararlanamayacağı meselesidir. Bu konu, katı hukuk normları ile sosyal devlet ilkesinin çatıştığı gri bir alandır.

Türk İcra Hukukunun duayeni Prof. Dr. Baki........

© Hukuki Haber