Bu sezon Tiyatroadam ekibi, Oğuz Utku Güneş’in yazıp yönettiği 39 Buçuk Basamak oyunu ile adından çokça söz ettiriyor. Yazmaya bir türlü fırsat bulamadığım bu oyunun, iki gün sonra düzenlenecek 26 Afife Tiyatro Ödülleri’nde neredeyse her dalda adaylığı var.
Gülmeye utandığımız şu kara gündemlerle dolu hayatımızda, 39 Buçuk Basamak, bir buçuk saatliğine de olsa gülümsemek ile kahkaha atmak arasında güzel bir mola olacaktır. Yalnız şu baştan söyleyeyim oyunun temposu çok yüksek ve seyirci olarak arada molalara ihtiyaç duyuyorsunuz. Sağanak halinde gelen bu espriler bir yerden sonra yorucu olmaya başlıyor.
Çünkü sadece konuşulanları değil sahnede olanları da takip etmeniz ve akışı kaçırmamanız gerekiyor ki bu da çok kolay değil. Hiç aksamayan akışı ile oyun ve asla düşmeyen tempoları ile oyuncular alkışı fazlasıyla hak ediyor. Tiyatro rejisi çok sayıda unsurun birleşiminden oluştuğundan ben anatomik diseksiyonuma devam edeyim (doktorum ya havalı cümle kurdum).
Oyun, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki İstanbul’un renkli ve karmaşık atmosferinde geçiyor. Cumhuriyet’in 10 yıldönümünde, doğu ile batı, gelenek ile modernite arasında ikilem yaşayan İstanbul, birçok farklı kültürün kesişim noktasıdır. 39 Basamak kitabının İskoç yazarı John Buchan, yazmayı planladığı romanı için bu karmaşık şehirde malzeme toplarken, kendisini beklenmedik bir serüvenin içinde bulur. Bayram gecesi katıldığı Feshane şenliklerinde bir cinayetin baş zanlısı olur ve peşine zaptiyeler, casuslar düşer.
Anadolu Ekspresi ile Nasrettin Hoca’nın şehri Akşehir’e kadar uzanan bu kaçış ve kovalamaca, izleyiciyi soluksuz bir maceraya sürükler. Batıdan doğuya uzanan bir kovalamacada trenin içinden, atın/eşeğin üstüne yolculuk sürer gider. Güldürme unsurunun ön planda tutulduğu rejide metin biraz geri plan düşüyor.
Oyunun baş kahramanı olan John Buchan, gerçek hayatta bir casusluk romanı olan 39 Basamak romanının yazarıdır. 195 yılında yazdığı bu........