Medyanın “Öteki” Yüzü
Günlerdir düşünüyorum. Dizi, sinema, müzik piyasasındaki iddialar ve ifşalar acaba medyada yaşananların konuşulmasını da bir bakıma zorunlu kılmıyor mu?
Öyle ya!
Medyanın gücü ve önce Gülen Cemaati ve başından beri Erdoğan iktidarı için üstlendiği misyon, Serenay Sarıkaya - Ayşe Barım vs gündemini döver.. Türkiye’nin bugünlere nasıl geldiğini, dolayısıyla günahının büyüklüğünü gösterir.
Tanık olduklarımı, bildiklerimi tek bir yazıya sığdırmam mümkün değil. O nedenle tabloyu yetersiz bulursanız peşin peşin özürümü dileyeyim. Ama başka yazılarla açığı kapatmaya da söz vereyim.
*. *. *
Anlatmaya 1983 sonundan başlayacağım. Benim kişisel tarihimde 12 Eylül sonrası TRT’den ve Ankara’dan kopuşum.. Türkiye’nin tarihinde ise Özal döneminin alkışlarla karşılanan özelleştirme dalgası ve neoliberal sisteme dahil olması zaten tam da o günlerin ürünüdür.
İstanbul’a geldiğimde, TRT’de yıllarca birlikte çalıştığım, programlar yaptığımız sevgili Altan Aşar’ın aracılığıyla Güneş Gazetesi’ne girdim.
Haftada 6 gün çalıştığım, pazar günü de promosyon olarak okuyucuya verilen yemek kartlarını evde hazırladığım deli bir süreçti.
Güneri Cıvaoğlu anlaşılan memnundu. Ama hayır, zam yapmadı!! Bir toplantı sonrasında “sen bekle” dedi. Ve bana yeni ünvanımı tebliğ etti. Altan’ın olmadığı günlerde yazı işlerinin başında ben olacak, toplantılara da ben başkanlık yapacaktım.
İtiraz ettim.
*. *. *
İtirazımın gerekçelerini şöyle anlattım:
“İstanbul’da yeniyim.. Yazılı basında yeniyim.. Dahası kadınım.. Beni kurtlar sofrasına atmış olursunuz. Uğraşamayacağım. Yapmayın!”
Güneri bey dinlemedi. Ve korkularımı tek tek gerçeğe dönüştüren bir sürece sürükledi.
Herhalde “Aman da ne acılar çekmişsin” diye alay ediyorsunuzdur.
Durun, hikaye hem daha yeni başlıyor. Hem de çok az ayak basılan mayınlı araziye daha yeni giriliyor.
Yıllar boyunca kendimi defalarca, yeniden yeniden kanıtlamaya çalıştım bu süreçte. Önce yazılı basında........
© HalkTV
