Gündelik yaşamı yeniden inşa etme zorunluluğu
söyleyin aynada iskeletini
görmeye kadar varan
kaç kaç kişi var şunun şurasında?
İsmet Özel
Ⅰ
Tarihte büyük hatalardan bahsedilir. Bunlar, öyle ansızın ve pervasızca yapılmışlardır ki eylemin muhatapları başta olmak üzere herkesin hayretini celp eder. Bu hataların beklenmedik oluşu üzerinde kuşkuya yer bırakılmaz. Söz konusu eylemlerin kişinin biyografisinde talihsiz bir kırılma olduğu düşüncesi üzerinde durulur. Bu hataların kişinin hayatında belirleyici bir rol üstlendiği söylenir. Bu fiiller vuku bulmamış olsaydı kişinin serencamının son derece farklı olabileceği ifade edilir. İşi ileriye götürenler, şahsın iradesini de denklem dışı bırakarak “kader kurbanı” retoriğine sarılırlar. Böylece kişinin, hatası üzerinde tecelli edebilecek bir kudretten yoksun olduğu vurgusu yapılır. Şahsın taraftarlarının gündeme getirdiği bu söylem, muarızlarının cephesinde tersinden inşa edilir. Bir yanlışın bütün doğruları götürebildiği söylemi burada devreye sokulur. Aslında yapılmak istenen bir illüzyon gösterisidir. Tarihin ideolojik inşasında bu iki tavır kendini çokça göstermiştir. Belki de bu durum, hataların görülür ve konuşulur doğasından kaynaklanır. Hatayı/açığı araştırmak, tespit etmek ve propaganda mücadelesinin bir unsuru kılmak; düşmanlık ve rekabet psikolojisinin doğal kabul edilen bir gereğidir.
Bir güneş tutulmasını andıran büyük hatalar, arkasında/öncesinde ne gibi bilinmeyenleri gizlemektedir? Her şey yolunda giderken kişi bir kalp enfarktüsü geçirir tarzda bir basiret tutulmasına uğramış olabilir. Hiç yapmayacağı/yapmadığı bir eylemin kucağında buluverir kendini. İradesini felç eden bir musibet onu birden çaresiz bırakır. İhtimal dahilindedir. Ancak bu sadece olayın/olgunun görünen kısmını temsil eder. Mezkur hata, psikososyal açıdan analiz edilip tıpkı arkeolojik bir kazı mantığında incelendiğinde kuşkusuz kişiye ve muhataplarına farklı pencereler açar. Kişi belli bir düşünce örüntüsünü işler ve tekrar ederken sürekli olarak “başarı” kazanmış olabilir. Yani bir düzenin parçası olmak ya da bir çarkı döndürmekle kaim bir hayat akışı sürüp gidebilir. Bu durum, o düşünce sistematiğinin doğru olduğu için başarı kazandığı anlamına gelmez. Ciddi sınamalarla ve karşılaşmalarla test edilmemiş her düşünce biçimi/sahibi, “başarılı ve geçerli” payesini edinme konusunda şüpheci ve dikkatli davranmalıdır. Sezonun başında çok iyi bir kadroya sahip olduğunu ve teorik olarak çok iyi hazırlandığını iddia eden bir futbol takımının başarılı olarak değerlendirilmesi için lig maçlarında rüşdünü ispatlaması şarttır. Bu sebepten her şeyin yolunda olduğu izlenimini veren bir gidişat, bir yanılsamadan ibaret olabilir. Meşhur Titanik faciasında gemi rotasında normal bir şekilde ilerlerken aniden bir buz dağına çarpmış ve batma sonucu yüzlerce kişi hayatını kaybetmiştir. Bu hatanın/olayın beklenmedik ve kaçınılmaz doğasının üzerinde durulabilir. Kötü kader edebiyatı tedavüle sokulabilir. Ancak rasyonel biçimde ele alındığında Titanik olayında insan eliyle yapılmış “küçük” hatalar apaçık ortaya çıkar. Geminin tasarımındaki sorunlar, gözetleme kulesinde dürbün olmayışı, yer kaplaması endişesiyle gemiye yeterli filika alınmaması, buz dağları ile dolu bir bölgeden geçerken hız arttırılması gibi hatalar; insanları büyük hata/olay gerçeğine sürükler. Gemi bu haliyle hiçbir engelle karşılaşmadan hedefine varmış olsaydı onun başarılı bir yolculuk yaptığı şüpheli olacaktı ancak muhtemelen kimse buna dikkat çekmeyecekti.
Bir düşünce sisteminin/yapısının ölçülmesinde ve değerlendirilmesinde elde ettiği “başarılı” sonuçlara bakmak yanıltıcı olabilmektedir. Teorik geçerliliği, pratik sonuçları üzerinden anlamak başvurulan ve sahih sayılan bir yöntemdir. Bu yaklaşımın değerli kazanımları ve insanlığı birçok disiplinde ilerleten bir yönü olduğu açıktır. Ancak evrimsel bakışın geçerli sayıldığı doktrinlerde güçlü olanın hayatta kaldığı felsefesi, bazen güçlü olanın haklı olduğu teziyle değiştirilir. Çünkü güçlü olan hayatta kalmaya hak kazanmıştır. Var olmak, diğerini ekarte etmek; zaten haklı-haksız ayrımına taraf olacak öbürünü devreden çıkarmaktır. Hayatta kalan, doğal olarak “olması gereken” ve “haklı” bir formda yaşamaya devam eder. Bu anlayışın tarih yazımındaki tarafgirliğin temelini oluşturduğu su götürmez bir gerçektir. Tarihin mimarı; savaş ve siyaset sahnesini kazananlardır. Çünkü tarihin bir tarafı ve savunucusu olacak başka bir odak kalmamıştır. Var olmayanın tarihi de yoktur ya da tarihi olmayan var olmamıştır. Kriminal deyişle “ceset yoksa cinayet de yoktur."
II
Rutininde ilerleyen bir gidişi başarılı sayıp bunu yapılan büyük hatalarla keskin sınırlarla ayırmak, hayatın olağan akışı ile çatışmaktadır. Yaşamın bütüncül tabiatı göz önüne alındığında başarılar, hatalar ve sıradan işleyiş arasında kesintisiz bir örüntü tespit etmek zor olmakla beraber imkansız değildir. Aslında mesele bunun zorluğundan ziyade zaruretiyle alakalıdır. Tutarlı ve sürekli bir hareket ve biyografi oluşturabilmek, kişiyi/hareketi özgün kimliğiyle buluşturması açısından oldukça önem arz eder. Savrulmaların, dengesizliklerin ve adaletsizliklerin bertaraf edilmesinden bahsedilecekse kişinin/hareketin içsel tutarlılığı ve farkındalığını formüle edecek bir yapı oluşturmak hayatidir.
Hayat akışında tutarlı bir hat oluşturabilmenin yolu, gündelik hayatın analizinden geçmektedir. Kişi gün içinde sayısız mikro olayla karşılaşır ve çeşitli tutumlar alır. Bunlarla ilgili duygusal ve zihinsel tasarımlar oluşturur. Bir sürü insana birçok kelimeyle derdini anlatır. Kullanmayı tercih ettiği ifadeler, güldüğü veya kızdığı olaylar, attığı bakışlar zihinsel dünyasıyla ilgili ipuçları verir. Aynı zamanda bu küçük eylemler, büyük hareketlerin ve sözlerin girizgahını oluşturur. Popüler kültürde aşk’ın insanların hayatına yıldırım gibi düştüğünden bahsedilir. Bu öyle bir fenomendir ki zuhur ettiği andan itibaren kişilerin iradelerini felç eder, onları çaresiz ve savunmasız bırakır. Aşk’a........
© Haksöz
visit website