2024 Mahalli Seçimleri’ne İslami kimliği ön planda olanlarımızdan mevcut siyasi yönetimin yanlışlarına kızıp “bize ne” diyerek ilgisiz kalanlarımız, ya da demokratik alan “bizi ilgilendirmez” deyip tavır alanlarımız oldu. Rum sûresinde zikredildiği üzere kurumsal kimlik olarak İslami olanı temsil etmeyen iki gücün muharebesinin sonuçlarını ilkin sahabesiyle beraber üzülerek ve peşinden sevinerek takip eden Resulullah (s)’in tutumundan ilham alarak davrananlardan seçim sandığına gidenlerimiz ise çoğunluktaydı.
Bizler de vesayet altında yaşadığımız sistemlerde reel politik aktörlerin ana hatlarıyla tebliğimizde, adalet ve hak mücadelemizde imkân sağlayıp sağlamayacaklarını; inanç ve fikirle ilgili adalet ve özgürlük ortamları oluşturup oluşturmayacaklarını sürekli mütalaa ediyoruz. Onları, şer’i ölçülere göre davranma düzeyine ulaşamasalar bile, fıtri olandan yana tavır alıp almayacakları bağlamında izledik ve izliyoruz. Seçim ortamını bu çerçevede takip edenlerimizin önemli bir kısmı da politik ve ekonomik vaatlerden çok, vesayet ortamlarının aşılabilme şart ve ihtimallerini değerlendiriyorlar. Ve Türkiye’de de, ümmet coğrafyasında da değerlerimizin ve imkânlarımızın korunabilmesi niyet ve maslahatı ile yapılan politik seçimlerde uygun olan politik aktörlerin kazanabilmesi amacıyla oy kullanılıyor.
31 Mart 2024 gecesi Türkiye’deki son mahalli seçimler sonuçlandı.
Ülke çapında AK Parti’ye ve AK Parti belediyeciliğine en başta ekonominin ezici yükü; partinin yapısal işleyişi ve anlayışındaki kimliksel güven ve adalet sorunu nedeniyle veya güven erimesi nedeniyle, oluşan tepki oyları kaybettirdi.
Batıcı-Atatürkçü cenahın kazanan partisi CHP’yi dünyada ilk olarak İsrail’in Siyonist Dışişleri Bakanı Yisrael Katz tebrik etti.
YRP, AK Parti’den kopan bazı tepki oylarını topladı. Ama tepki oyu sahiplerinin önemli bir kısmı AK Parti yönetiminin ve mahalli yönetimlerin gidişatına tepkilerini sandığa gitmeyerek gösterdi.
Ve AK Parti seçimleri kaybederken önemli bir yara aldı.
AK Parti’ye kendi tabanından gösterilen bu tepki Ramazan’da oruç tutanlarımız ve teravih namazı kılanlarımızla beraber Siyonist İsrail’e de yöneltilebilseydi, belki de tepkilerimiz küreselleşebilir, bir küresel intifada ateşlenebilirdi. Siyonist katliam karşıtı böylesi küresel bir intifadanın Gazze’deki soykırımı durdurabilme ihtimali bile oluşabilirdi.
İki kimliksel durum
Türkiye Müslümanlarının, ulus devletlerin tebası olan diğer halkı müslüman olan halklar gibi iki kimliksel pozisyonları ve kimliksel temel meseleleri, gündemleri var:
Birincisi: İslami kimliğimizin özgünlüğü; ümmet kimliği ve dayanışma mükellefiyetiyle ilgili gündemler...
İkincisi: Ulusal vatandaş kimliği pozisyonumuz. Ve İslami kimliğimizle bize giydirilen vatandaş kimliğini nasıl yaşayacağımız; zorunlu veya teamülü vatandaşlık pozisyonu içinde birincil kimliğimizi nasıl koruyup geliştirebileceğimizle ilgili gündemler...
Tabii ki ulus sistemler içinde yaşarken bu iki kimliğin gündemleri birbirinden tamamiyle kopuk değildir. Vakıamız seküler ve sanal kutsallarla biçimlenen ulusal vesayete ve modernitenin kuşatmasına tutsaklığımızdır. İdeal olan gündemimiz ise Rabbimize gereği gibi kul olabilmek azmiyle cahili tutsaklıklardan nasıl hicret edebileceğimizdir.
İslami kimlikle ilgili mesele asıldır, nass temellidir. Gönüllüsü olmamız gereken kimliktir. Ulusal vatandaş kimliği ise konjonktüreldir, yerel ve küresel vesayet altında yaşadığımız beşeri dünyada zorunlu tutulduğumuzdur.
“Asra ant olsun, insan ziyan içindedir; ancak iman edip salih amel işleyenler ve birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler istisna” ayetleriyle belirtilen Asr sûresi örneğinde olduğu gibi İslami kimliğimizi ya da ümmet kimliğimizi Yüce Kur’an belirlemekte; usvetu’l hasene olan Resululah’ın zamanı aşkın uygulamaları/Sünnet’i de bu konuda bizlere örnek oluşturmaktadır.
Vatandaşlık kimliğimizi ise seküler anayasalar belirlemektedir. Bunlar da seküler ulusçuluğu cumhuriyet, krallık, şeyhlik, şahlık, rehberiyet, cemahiriye veya cunta kalıpları içinde biçimlendiren laik anayasalardır veya İslami olanı bulandıran seküler anayasalardır.
Ulus sistemlerde vatandaşlık kimliğimizin eğitim, askerlik, vergi gibi bazı zorunlu görevleri kölelik veya cariyelik statüsünü hatırlatmaktadır. Zorunluluk dışında kalan alanlarda nasıl davranacağımızı, yorumlarla veya içtihatlarla belirleniyor veya seçiliyor. Ulusal anayasaların kuralları altında........