Alimlik ve Mücahidlik için Kur’an bilgisinin kavranması ve amelleştirilmesinin vazgeçilmezliği

Bütün dünyadaki diğer canlılara göre insanlar ihtiyar sahibi olarak yaratılmış veya doğmuşuzdur. Fıtratımızda da Allah’ı birlemenin, adaletin ve takvanın potansiyeli vardır. Münzel vahiy ile de bize aydınlığın yolu gösterilmiştir. Nefsinin ve çevresinin kötülüklerinden sıyrılıp hakka hicret etme iradesini gösterenler için insan başı boş bırakılmamış, Resuller de bu konulardaki örnek yaşantılarıyla Rabbimizin yönlendirdiği istikametlerde model oluşturmuşlardır.

Son Resül “usvetu’h hasene” olan Muhammed Alayhisselam canlılara karşı şefkatli ve merhametliydi; rahmet ve kurtuluş Elçisi’ydi. Ama Resul-u Ekrem’in iradeli varlıklarla kimliksel buluşması ve helalleşmesi şirk kimliğini, hayatla ilgili her türlü azgınlığı ve zulmü terk etmelerine bağlıydı. Yoksa o, rahmet elçisi olduğu kadar, savaş elçisiydi de.

“Allah’ın dostları” (10/62) ve “şeytanın dostları” (4/76) niçin vahyin kadim bir tasnifidir? “Niçin ‘ben’ ve ‘öteki’ vardır?” soruları kıyamete kadar devam edecek “hak” ile “batıl” arasındaki mücadelenin kaçınılmazlığını ortaya koyar. Hak ve adalet ile ifsad ve zulüm yönelimleri arasındaki çatışma veya zıtlığın devamlılığı yaratılıştan gelen imtihan alanımızla ilgili bir durumdur. İslam’a iman edenler önce iktidar olmakla değil, önce hakkı kavramak ve savunmakla memurdurlar.

Zuhruf sûresinde gelecekle ilgili herkese “öğüt olan Kur'an'dan sorulacağı” haber verilmektedir (43/44). İmtihan edileceğimiz iki kapak arasında toplanan Kur’an bizim temel kitabımız, hayat ve ahiret rehberimizdir. Her birimiz onu anlayarak okumak ve içindeki bildirimlere gücümüz oranında vakıf olmak zorundayız.

Kur'ân'ı anlamak, müşkül Kur'an lafızlarını çözümlemek ve ayrıca vahiyle vakıa veya vakii meseleler arasında çözümleyici ve istişarî bağ kurmak konusunda Resulullah (s)'in izinde hikmeti öğretenlere, başvurulması gereken ulu'l-emr heyetine yani problemlerin çözümünde ehil ve yetkin, “istinbat” yapabilecek kişilere ihtiyacımız vardır. Ama bu ihtiyacımızı aramak ve karşılamak cehdimiz kadar, fıtrî olan ve bütün insanlara hitabeden “hak” olan sözü, yani vahyin hitabını veya sahih yorumunu kavrama konusunda onu sadece dinleyerek ve ezberleyerek taklid yolu tutul-ma-malıdır. Kur’an’daki anlamı açık yani delaleti açık ayetler “Eyyühel nas!” diye hitap edilen bütün insanlar tarafından anlaşılır. Bugüne kadar da anlaşıulmıştır.

Abdurrahman bin Af’dan gelen meşhur rivayete göre o, “Biz cahiliye döneminde Kur’an’ın hitabını anlamıyor değil, herkes gibi anlıyorduk. Anladığımız için düzenimiz bozulacak diye karşı çıkıyorduk” demektedir.

Kur’an’ın tamamı, korunmuşluk anlamında ve ayetlerinin birbirine benzerliği ile ilgili mükemmelliği anlamında hem muhkem hem müteşabihtir. Ama bir de Kur’an’dan istinbat edilecek ve “rasihun” yani dinî hüküm ve anlatıları anlamada uzmanlaşmış ilim ehlinin tutarlı yorumlar getireceği müteşabih yani delaleti kapalı ayetlerinin dışında; tek anlama gelen, anlamı açık ve herkes tarafından anlaşılacak ayetleri vardır. Nisa sûresinde şöyle buyurulmaktadır:

“Onlar, Kur'an üzerinde, gereği gibi düşünmezler mi? Eğer, Allah'tan başkası

“Onlara, güven veya korkuyla ilgili bir haber geldiği zaman, onu hemen yayarlar. Oysaki onu Resul'e ve kendilerinden olan ulu'l-emre bildirselerdi; işin iç yüzünü bilenler, ne olup bittiğini, bilirlerdi. Eğer Allah'ın lütfu ve rahmeti üzerinizde olmasaydı, pek azınız hariç hepiniz şeytana uyardınız.” (4/82-83)

Ayrıca nazil olan vahyi Âl-i İmran sûresinde hıfzen veya yazılı olarak Rabbanilerden olabilmemiz için mushaftan “öğrenmemiz ve talim etmemiz”in yolu gösterilir (3/79). Dinimizin açık lafızlarını güvenilir meallerden veya tefsirlerinden öğrenmek, Zuhruf sûresinde belirtildiği gibi ahirette Kur’an’dan suale çekileceğini bilen her bilinçli mümin için tehir edilemeyecek bir görevdir. İşte anlamı açık Necm sûresinden iki........

© Haksöz