Derinleştikçe daralan bir kuyu: Cimrilik |
Kur’an-ı Kerim, kuru bir emirler manzumesi değil; insan ruhunun en derin dehlizlerine ışık tutan, varoluşun kodlarını çözen Rabbani bir hitaptır. İlk insanlık anlatısı olan Hz. Âdem kıssası, bu hitapta karşımıza çıkan önemli öğüt verici hikayelerden biridir. Diğer bir ifadeyle bu kıssa salt bir yaratılış anlatısı değil; insanın bilgiyle tanışmasını, irade sahibi oluşunu, sınanmasını, hata yapabilmesini ve tövbe yoluyla yeniden yön bulabilmesini de konu edinen kapsamlı bir varoluş öğretisidir. İnsanlık tarihi boyunca tekrar etme ihtimali yüksek olan ahlaki zaaflar ve ardından tövbe ile gelen yücelişler, ilk kez bu sahne üzerinde tecessüm etmiştir.
Kur’an, insanlık tarihindeki ilk cinayeti aktarırken; bizi bu cinayete yol açan kalbi bozulmayı fark etmeye ve onun kökenlerini tefekkür etmeye davet eder: “Onlara Adem'in iki oğlunun gerçek olan haberini oku ki: Hani o vakit onlar Allah'a yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen ve bu maksatla Hâbil'in sahip olduğu nimet ve faziletleri gasp etmek isteyen Kâbil: Mutlaka seni öldüreceğim demişti. (Hâbil ise:) Allah; ancak korkup sakınanlardan (yükselen ibadet ve dilekleri) kabul eder.” Söz konusu ayetin tefsirinde Seyyid Kutub’un vurguladığı gibi mesele takva eksikliği karşısında gösterilen ahlaki tavırdır. Kâbil’in sunduğu kurban, gönülden verilmiş bir teslimiyet değil elden çıkarılmaya gönlü razı olunmayan bir yük gibidir. Allah’ın mülkünden O’na bir şey verirken bile eksileceği korkusuna kapılmak cimriliğin işaretlerinden biridir. Nitekim cimriliğin köklerinde yer edinen bu korku zamanla içsel daralmaya, hasede ve kine dönüşmektedir.
Öncelikle şunu tespitle başlamalıyız: Kur’an, mal ve servet kazanma düşmanı bir üsluba sahip değildir. Aksine Kur’an’da insanın rızkını çalışarak, helal yoldan kazanması ve Allah’ın lütuf/keremini araması övülür. Cuma Sûresi (62) 10. ayette: “Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.” şeklinde belirtildiği gibi rızık arayışı gündelik yaşamdaki ihtiyaçların temininde ayıplanan bir kusur değildir. Bu hususta Kur’an’ın birçok ayetinde müminler, Allah yolunda çalışıp kazandıkları malların en temizinden infak etmeye teşvik edilir. Bununla birlikte rabbimiz malın yığın mantığıyla biriktirilmemesi (Tevbe Sûresi 34-35. ayetler) ve sahip olunan servetin kişiyi şımarıklık ile kibre sürüklememesi noktasında kesin uyarılarda bulunmaktadır.
Karun ve Kibir Tuzağı
Kur’an, mal biriktirmeyi bir üstünlük yarışı ve övünç kaynağı haline getirenleri (Tekâsür Sûresi:1-8) Karun örneğiyle en sert şekilde uyarır. Servet ve zenginlikte ulaşılabilecek zirve figürlerden biri olan Karun, bu servetini bir güç ve dokunulmazlık kalkanı zanneden müstağni insan tipinin prototipidir. O, kendisine verilen hazinelerin anahtarlarını taşımakta güçlü bir topluluğun bile zorlandığı devasa servetini Allah’ın bir lütfu olarak görmek yerine; “Bu bana ancak bende olan bir bilgi sayesinde verildi” (Kasas 28:78) diyerek şirke varan bir kibir sergilemişti. Bu bakış açısı, mülkün asıl sahibini inkâr edip, başarıyı ve rızkı sadece kişisel deha ve çabaya indirgeyen seküler bir körlüktür.
Ancak Allah, Karun’u o sığındığı servetiyle birlikte yerin dibine geçirerek; mülkiyetin sahte ihtişamının ilahi irade karşısında ne kadar aciz olduğunu tüm insanlığa ilan etmiştir. Karun’un o ihtişamlı hayatına imrenerek bakanlar, onun korkunç akıbetini gördüklerinde mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunu ve O’nun rızası gözetilmeden biriktirilen malın kişiyi ancak helake sürükleyen bir ağırlık olduğunu anladılar. Buradan........