Bu yıldan aklımda kalan

İzlediğim en iyi film

Bu sene izlediğim en kötü film George Clooney’nin bir anlamda kendisini oynadığı “Jay Kelly.” Birinci saati dolduğunda kendi kendime daha ne kadar devam etmem gerektiğini merak ediyordum. Son 20 yılda çok iyi işler çıkaran yönetmen Noah Baumbach’ın hatırına ve Clooney’nin filmin tanıtımına verdiği abartılı emeğe hürmeten bitirdim. Ve şimdi hayatımın o iki buçuk saatini geri istiyorum.

“Jay Kelly” hemen her sahnesi önceden kestirilebilen, kendisine fazlaca hayran, mizah yapmaya çalışırken gülünç duruma düşen, klişelerle dolu bir film. Filme adını veren Hollywood’un son yıldızlarından ana karakter kariyeri uğruna kızlarını ihmal etmiş, şimdi kaybolan yılları telafi etmek için kendi kendine bir fırsat yaratıyor.

Filmin bu temayı işlerken saptığı yollar o kadar acıklı ki, biz izleyicilerin tek yapabileceği Jay Kelly’nin küçük kızının babasından kaçması gibi bu filmden uzak durmak.

Sinemacı bir babanın ihmal ettiği kızları bu yıl bir başka filmin de teması. “Sentimental Value” film yönetmeni bir baba ve kızlarının annelerini kaybetmelerinden sonra bir kez daha bir araya gelip kendilerine bir şans daha vermeleri üzerine. Filmin geçtiği dünya Hollywood’dan çok uzakta, Norveç’te. Son yıllarda pek çok Hollywood filmlerinden daha iyi ürün veren Joachim Trier’in başyapıtı.

Filmin bir diğer teması sinema sanatı, film yapmanın emeği üzerine. Herkesi birleştiren evse filmin düpedüz gerçek başrolü.

“Sentimental Value” aslında çok fazla konuya temas ediyor ve söyleyecek çok fazla sözü var. Aile ilişkileri, miras, kuşaksal travma, şeceremiz, bıraktığımız izler, üzerinden düşünülmeden söylenmiş küçük sözlerin açtığı derin yaralar ve ihmal üzerine bir film. Ama bunu son derece usturuplu bir şekilde, insanın gözünün içine sokmadan yapıyor. Abartılı tek bir duruma bile tahammülü yok, duygular aşırıya kaçmıyor ya da izleyiciye mesaj verme tuzağına düşmüyor.

Çok da acıklı bir film bu arada. Ama gözyaşı dökmemiz için çabalamıyor.

Hollywood’da bir stüdyodan çıksa filmin bu serinkanlı duruşunun nasıl yerle bir edilebileceğini kestirmek zor değil. Meta bir şaka gibi, filmin önemli bir bölümü “yaşayan en büyük star” rolünde Elle Fanning’in üzerine kurulu. Kendi kariyerinde bir başka aşamaya sıçramak için hayran olduğu İskandinav yönetmenle çalışmaya karar veriyor. Ancak “Sentimental Value” nasıl Hollywood filminden uzaksa Fanning’in canlandırdığı karakterle filmin içinde çekilen film arasında bir uyum sorunu çıkacağı hemen belli oluyor.

Trier oyuncularıyla uzun uzun oturup senaryo üzerine çalışan bir yönetmen. Steven Skarsgård’ın da canlandırdığı yönetmenin filmleri de kişisel; arkadaşları ve ailesiyle çalışıyor, oyuncularıyla uzun uzun vakit geçiriyor. “Sentimental Value”yu bu kadar özel kılan da bu dokunuş olsa gerek. Filmin içindeki film bile, belli, başlı başına bir şaheser.

Okuduğum en iyi kitap

Kitap okumayı rakama vuranlardan değilim, çünkü ne kadar kitap okuduğundansa hangi kitapları okuduğun daha önemli. Ama bu sene rakamsal olarak en verimli okuma senelerimden biri oldu diyebilirim. Niteliksel olaraksa okuduğum pek çok kitap plajlarda tüketilip orada bırakılacak cinstendi.

İçlerinden Keith McNally’nin anıları gerçekten şaşırtıcıydı; hem içerik olarak hem de çok iyi bildiğim bir lokantacının içinden çok kuvvetli bir yazar çıkmasına tanıklık açısından.

Okuduğum en iyi kitapsa incecik bir novella oldu. Vincenzo Latronico’nun “Perfection” adlı romanı zaman zaman herkesin aynı anda beğendiği, önce kulaktan kulağa dolaşan sonra toplumsal bir dalgaya dönüşen bir edebiyat olayı. Durmadan ödül alıyor, alamadığı ödüllere de aday gösteriliyor.

İtiraf edeyim, kitabı elime alır almaz ilk sayfalarındaki kendini beğenmiş bir dille devam edemeyeceğimi düşünüyordum. Ancak birkaç sayfa ilerledikten sonra yazarın bütün niyetinin tam da bu olduğunu, bu dilin özellikle böylesine seçildiğini anlamak mümkün. Bahsettiğim o ilk bölüm bir Airbnb ilanı üstelik. Sonra elimden bırakamadım.

Latronico kitabına yönelik bütün övgüleri Georges Perec’in hak ettiğini söylüyor,........

© Habertürk