En uzun yaz

(Narin’in acısı içimi kanatırken ve Türkiye’de onca şey yaşanmışken bugün sadece kendimi anlatacağım için sizden özür dilerim ama buna mecburum…)

Siz hiç kaderinizi birkaç dakika içinde belirleyecek olan bir telefonu beklediniz mi?

Ben bekledim.

Öyle bir kez de değil.

Sayısını artık unuttum.

Perşembe sabahı hastanede gözlerimi açtığımda etrafım epey kalabalıktı. Ama hiç kimse ve hiçbir şey aşina değildi.

Sesler vardı ama hiçbir karşılıkları yoktu…

Uğultudan başka anlamı olmayan kelimelerdi hepsi sanki…

‘Nagehan’ı duyuyorum ama demek ki duyan kulak benim değil ya da ben ve Nagehan'ın bağlantısı anestezi bıçağı ile kesilmiş.

Sonra yavaş yavaş görüntüler ve konuşulanlar berraklaştı.

Dümdüz bir yatakta yatıyordum.

Kafamı kaldırmak için bir hamle yaptım, durdurdular.

Etrafa baktım, hastaneye giriş yaptığım oda değil burası… Annem yok, kardeşim yok, sabah gördüğüm koltuk da görünmüyor yatağın başında.

O zaman anladım.

Yoğun bakımdayım.

Hareket etmeye çalıştım.

Küçücük bir kafa jesti.

Yok, imkansız.

Acı içinde vazgeçtim.

Diren, sonda ve açılmış olan damar yolları…

Böyle hayatınızın elinize bir küre gibi düştüğü anlar yaşadıysanız bilirsiniz. İnsan o anlarda filmi geriye sarmaya bayılır.

Ben de öyle yaptım.

47 yıllık hayatımdaki en uzun yazı yeniden düşünmeye başladım.

Temmuz başı rutin bir check-up’a girmiştim. Normalde check-up kapsamında akciğer filmi çekerler ancak Koç Üniversitesi Hastanesi’nde benimle ilgilenen doktor Onur Bey "Gayet sağlıklı görünüyorsunuz, şayet içinizi rahatlatmak isterseniz akciğer filmi çekelim ama iyi çıkacağına eminim, buradan mutlu ayrılır, boşuna da radyasyon almış olursunuz, gerçekten akciğerlerinizi kontrol etmek istiyorsanız tomografi çektirin ya da burada bitirelim" dedi.

Ben babamı akciğer kanserinden kaybettim.

Son bir yılda her insanı içeriden çürütecek sıkıntılar yaşadım, iftiralara uğradım, tehdit edildim, her anlamda nefessiz kaldım, avaz avaz haykırırken duyduğum yalanlar ve önyargılar karşısında hayrete sonra da umutsuzluğa kapıldım, hiç istemediğim halde öfkenin bünyemi kaplamasına karşı koyamadım.

Bunları düşününce tomografi çektirme fikri doğru geldi.

Makineye girdim…

Birkaç gün içinde diğer sonuçlarla birlikte akciğer raporu da elime ulaştı.

O anı da unutmam mümkün değil.

Sıradan bir gündü.

Her zamanki koşuşturmalar…

Akşam yayın var, çocuklar yaz tatilinde evde, ev cehennem gibi yanıyor, onları oyalamak ve işlerimi yetiştirmek arasında gidip geliyorum ve ‘bam’ rapor önüme düştü.

Akciğer sağ alt lobda 5,5 mm boyunda bir nodül izlenmiştir, malignite olasılığı…

Sağ ve sol loblarda buzlu cam görüntüleri…

“Yok” diyorum, “ yanlış gördüm”. Sonra bir kez daha bakıyorum aynı. Acaba rüya mı diye etrafıma bakınıyorum , değil.

Olduğum yerde çöktüm…

Ne yapacağım? O an insan hem de benim gibi babasını akciğer kanserinden 3 ay içinde kaybetmiş bir insan kabus senaryoları dışında bir şey........

© Habertürk