Yol ayrımında bir serbesti denemesi |
Anlatacağım anekdot, Halide Edip’in sürgündeyken İngilizce yazdığı, memlekete döndükten sonra önemli bir kısmını bizzat kendisi sansürleyerek Vedat Günyol’a dikte ettirip Türkçeye çevirttirdiği “Türk’ün Ateşle İmtihanı” adını verdiği hatıratında geçer.
En son 9 Eylül 1922’de İzmir de işgalden kurtulunca, o zamana kadar hep leşker kıyafeti içinde, omzunda tüfek cepheden cepheye koşmuş on başı Halide Edip; zaferin halesi bir gurur nişanesi olarak yorgun yüzünün her yerine yayılmış olan Mustafa Kemal’e mealen, “Şükür başardınız paşam, belli ki çok yorgunsunuz, artık biraz istirahat etmenin zamanıdır,” deyince, paşa geç bunları der gibi bir edayla, “Ne istirahatı çocuk, şimdi birbirimiz yiyeceğiz,” der.
Mudanya Mütarekesi’yle barış gelir, Cumhuriyetle memleketin idare şekli belli olur, Lozan’la “ülkenin tapusu” cebe indirilir, cepheler tamamen terk edilir, herkes rahat bir nefes aldık derken, memleket insanı o zamana kadar hesaba katmadığı en büyük düşman olan, bizzat kendisiyle karşı karşıya kaldığının aniden farkına varır.
Kemal Tahir’in, “Esir Şehir Üçlemesi”nin son romanı “Yol Ayrımı” hiç beklemediği bir anda yurt insanının karşısına çıkan işte bu yeni ve güçlü düşmanla olan kıyasıya çarpışmanın romanıdır. Romanın merkezine; 1930 yılının yazında, bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün izni ve talimatıyla kurulan, kurucularından genel başkanına kadar bütün yöneticilerini bizzat kendisinin belirlediği, hani korkan, çekinen olursa diye kız kardeşi Makbule Hanım’ı da partinin yöneticiler listesine yazan ve parti kurulduktan üç ay sonra yine bizzat kendisi tarafında kapatılan “Serbest Cumhuriyet Fırkası”nı alsa da aslında bu roman; her kitabında bir “tarih tezini” romanlaştıran Kemal Tahir’in Osmanlı’dan Cumhuriyete geçerek bir “yol ayrımına” gelmiş Türkiye toplumunun ideolojik, sınıfsal ve ahlaki bir “tercih anında” yaşadığı büyük dramının romanıdır. İstiklal Harbini verdiği halde Kemal Tahir’in deyimiyle “farkına varmadan gelip bir çıkmaza” girmiş, “muktedir olduğu halde”, “yenik düşmüş” bir Halk Partisi var iktidarda… Bu nasıl olur? Bütün bunları başarmış olan bir partiyi halk neden kendi partisi olarak görmüyor? Neden çatısı altında coşkuyla bir araya gelmiyor? Bu ne yaman çelişkidir ey ahali! Roman kahramanlarının aklı, işte bu yaman çelişkiye bir türlü ermiyor; bırakın roman kahramanlarını bizim de ermiş değil ve bu gidişle hiç ermeyecek gibi…
Sahiden; Halk Partisi kurucu partidir, bütün kurucu babalar partinin mensubudur, programına “muasır medeniyeti” koymuş, “durmayalım, düşeriz” demiş, anlayacağınız her şeyini halkın mutluluğuna, güvenliğine ve refahına vakfetmiş, “halk” için var olan bir parti dururken; Mustafa Kemal’in muhtemelen “hele bir ahalinin eğilimini” görelim diyerek kurdurduğu, amacı ve hedefi henüz belli olmayan yeni bir partiye neredeyse birkaç gün içinde memleket genelinde halkın top yekûn teveccüh gösterip kitleler halinde “hurra” diyerek onun flaması altında toplanmasının esbab-ı mucibesi ne ola?
İşte bu sorunun cevabını, yakın dönem tarihçileri o günden beri tartışıp duruyorlar.
“Serbest Cumhuriyet Fırkası”nın ömrü, parti ömürleri penceresinden bakarsak eğer kelebek ömrü kadardır. 8 Ağustos 1930’da kuruldu, 17 Kasım 1930’da kapatıldı. Topu topu üç aydan birazcık fazla yaşadı, o kadar.
Meseleyi biraz daha vuzuha kavuşturmak için, partinin kuruluşu ve kapanması üzerine çalışmış hocalara başvuralım önce.
Sanırım “Serbest Fırka” girişimini “güdümlü” bir girişim olarak nitelendiren ilk siyaset bilimci Prof. Tarık Zafer Tunaya’dır. Ona göre parti baştan ayağa Mustafa Kemal’in tasarımıdır ve bütün kurucuları “Gazi’nin elemanları”dır, hiçbirisi onun sözünden dışarı çıkamaz.
Prof. Erdoğan Teziç’ten Korkut Boratav’a, İdris Küçükömer’den konuyla ilgili çalışmış birçok akademisyene göre; 1930 yılına gelindiğinde Atatürk devrimleri gerçekleştirilmiş ancak bu devrimler halkın ekonomik refahını artıramamış, geçim dertlerine çare bulamamıştır. Üstüne 1929 dünya iktisadi buhranı gelince de Mustafa Kemal; için için kaynamakta olan muhalefet kazanını kontrol edebileceği, ama aynı zamanda uygulamakta oldukları ekonomi politikalara çok zarar vermeden dozunda bir muhalefet edecek bir girişime ihtiyaç duyar, “Serbest Fıkra” bu fikirden doğar.
Mustafa Kemal’in isteğiyle “emrivaki” bir şekilde parti kurucusu yapılan, birçok kez “görevden affını” rica ettiği halde onu ikna edemeyen Ahmet Ağaoğlu ise, “Serbest Fırka Hatırları” (İletişim Yayınları) adlı kitabında girişime farklı bir yerden bakar, der ki:
“Bütün bu olup bitenler, Serbest Fırka komedisi niçin oynandı sualine cevap vermektedir. Şimdi tamamen anlaşılıyor ki bu komedi sırf fırka teşkil, muhalefet fikri taşımak gibi cüretleri ta kökünden kesip atmak içinmiş.” (s.95)
Prof. Taner Timur da, Ağaoğlu’yla benzer fikirdedir, ona göre bu girişim bir “danışıklı dövüş”tü. Şunları söyler Timur:
“Serbest Fırka kapandıktan sonra, bürokratik baskılar artmış ve demokratik hak ve hürriyetler tamamen ortadan kalkmıştır.”
(Bütün bilgi ve alıntılar için bkz, Fethi Naci, “Yüz Yılın 100 Türk Romanı”, s.273-275, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları)
Kemal Tahir ise, bütün bu hocalardan farklı düşünüyor. Tahir, böyle bir partinin kuruluş amacını romanına kahramanı yaptığı gazeteci Asım Us’a söyletir. Us’a, yani Kemal Tahir’e göre partinin kurulmasının sebebi, Lozan’ın en çetin meselelerinden birisi olan, Osmanlı borçlarının “altınla ödenmesi” meselesidir. Borçların ödenmesi konusunda taraflar Lozan’da anlaşamayınca birbirlerine süre tanırlar. İsmet Paşa borçları altınla ödemek istemiyor, “kâğıt para veririm” diyordu. Alacaklılarla konuşma meselesi o sırada Paris sefiri olan Fethi Bey’e bırakıldı. 1928’de bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmaya göre, alacaklılar borçlarda indirim yapacaklar, buna karşı hükümet de altınla ödemeyi kabul edecek. Ve geldik Kemal Tahir’in iddiasına:
“Anlaşma imzalandığı zaman, hizmeti beğenilerek, alacaklılarca Fethi Bey’e on bin lira mükafat verildi.” (Yol Ayrımı, s.33)
Bu iddiaya göre, Atatürk’ün “Serbest Fırka”yı kurdurduğu yakın arkadaşı Fethi Okyar da, “arabuluculuktaki üstün gayretlerinden” dolayı on bin lira (Tahir “mükafat” diyor, siz ne dersiniz bilmem artık) almıştı.
Kemal Tahir bu iddiasını romanda bir iki kez tekrarlar. (Fethi Naci, romanla ilgili yazdığı bir eleştiri yazısında Kemal Tahir’in bu iddiasına ateş püskürür.)
Günümüz tarihçilerinden Prof. Şükrü Hanioğlu ise, “Atatürk, Entelektüel Biyografi”(Bağlam Yayınları) kitabında, kendi fikrini açıklamaktan çok, bu partinin neden kurulduğuna dair ortaya atılan görüşleri özetler. Birbirinden farklı bu görüşleri Hanioğlu, “Dünya Ekonomik Buhranı’nın tesirinden Batı kamuoyu tarafından bir ‘Doğu diktatörlüğü’ olarak görülmekten duyulan rahatsızlığa, Düyûn-i Umumiye borçlarının tasfiyesinden siyasi elitler arasında yeni dengeler oluşturmaya, Milletler Cemiyeti üyeliğini kolaylaştırmaktan........© Habertürk