Memleketle birlikte yükselen apartman!

İstiklal Caddesi’nde aylak aylak dolaşıyorum. Şerbet gibi bir hava var. Caddenin bitimine doğru, İsveç Başkonsolosluğuna varmadan solda, meşhur Botter Apartmanı’nın önünde durdum. Girişinin üzerinde “Casa Botter Sanat Merkezi” levhası var, belediye dönüştürmüş sanat merkezine. İçeri girdim. 1992 yılında ölen, kendisini “hüznün ve Tanrı sevgisinin ressamı” olarak tanıtmış Burhan Uygur’un farklı dönemlerde, farklı tekniklerle yaptığı resimlerinden müteşekkil sergisi var içerde.

Bir hayli zaman oldu; bir terziler bahsinde, bir de Ferit Edgü’nün ölümü vesilesiyle yazdığım yazılarda Botter apartmanından bahsetmiştim. Ferit Edgü’nün, koleksiyonunun bir bölümünü burada tuttuğunu, binada bir yazıhanesi bulunduğunu biliyordum, bir iki kez Orhan Duru’yla uğramıştık. Beyoğlu’nda inşa edilen ilk apartmanlardandır bu apartman.

Uzun boylu, esmer tenli, ela gözlü, hafif kıvırcık sakallı, detaylara müptela Sultan Abdülhamit giyimine çok düşkün bir padişahmış. O yüzden ta Hollandalardan Jean Botter adında bir kefere terziyi getirtip bütün kıyafetlerini tam 30 yıl boyunca ona diktirmiş. Bu süre boyunca haliyle cümle Osmanlı bürokrasisinin, vezirlerin, paşaların, zenginlerin, kelam erbabının giyim stilini o terzi belirlemiş. Tasarladığı her kıyafet, İstanbul’da moda olmuş. Memleketin ilk modacısı, Jean Botter nam bu terzidir işte.

Sultan Abdülhamit’in sevgili kızı Naima Sultan, 1898 yılında Gazi Osman Paşa’nın oğlu Kemalettin Paşa’yla evlenince “beyaz gelinliğini” Jean Botter dikmiş. Abdülhamit gelinliği, 1867’de, henüz yirmi beş yaşındayken amcası Sultan Abdülaziz’le çıktığı ilk ve son, bir buçuk aylık Avrupa seyahatinde bir düğünde görmüş, terziye kızı için o beyaz gelinlikten dikmesini emretmiş. O da yapmış. Beyaz gelinlik de o düğünden itibaren bugüne kadar memleketimizde moda olmuş çıkmış.

Jean Botter giyim alanında her işe el atınca, 1901 yılında Sultan onun için özel bir “Moda Evi” inşa ettirmiş. Girişinde şimdi Burhan Uygur’un sergisi olan Botter Arartmanı bu “Moda Evi”dir işte. Apartmanın dış cephesi İmparatorluğun sembolü gül rölyefleri ve lalelerle süslüdür, muhteşem bir hava verir ona. İstanbul’daki en güzel beş apartmandan birisi olarak telakki edilir. İtalyan mimar Raimondo D’Aronco’nun eseridir.

Yazıyı buraya kadar okuduysanız eğer, nereye varacağımızı da anlamışsınızdır ey zeki okurlar! İster istemez apartman bahsine dalacağız.

Doksan küsur sene önce ilk defa seyirci karşısına çıkan ve o günden bugüne hâlâ sahnelenmeye devam eden Türk tiyatro tarihinin en uzun soluklu eseri “Lüküs Hayat”, 19 Aralık 1933 gecesi İstanbul’da perdelerini açtığında; Beyoğlu’nda apartman hayatı başlayalı neredeyse elli sene olmuştu.

“Lüks” demeyi beceremediği için kelime “lüküs” olarak yerleşti ahalinin diline. “Lüküs” lambalar vardı mesela, gaz lambasından daha parlak ışık verirdi, elektriklerin kesik olduğu zamanlarda dükkân tezgahlarını, kahvehane içlerini, şehir kulüplerini, mahfeli, halkevini bu lambalar aydınlatırdı, bir de zengin evlerinde vardı bu lambalar.

“Lüküs” sadece lambanın adı değildi; çok katlı apartmanlardaki hayat da “lüküs”tü. İçinde soğuk-sıcak su vardı, bir düğmeye dokunuyordun elektrik yanıyordu, hatta ayakyolu ve banyo için bile küçük birer oda ayırmışlardı. Ayakkabıların dışarıda bırakıldığı, terlik giyerek girilen, salonları parke döşeli, banyoları mermer fayanslı bir mekânda geçen hayat “lüküs” olamayacaktı da ne olacaktı?

“Lüküs Hayat” operetinin meşhur şarkısı şu şekilde başlıyordu:

“Şişli'de bir apartıman

Yoksa eğer halin yaman

Nikel-kübik mobilyalar,

Duvarda yağlı boyalar”

İstanbul şehrinde ilk apartmanlar Beyoğlu’nda pıtrak gibi bittiklerine göre, şarkıda neden Şişli’nin adı geçiyordu sahiden?

Bize apartmanı, Tanzimat getirdi. Padişah efendimiz “Haydi atın şu uyuşukluğu üzerinizden, hep birlikte Garpe koşacağız” diye ferman eyledi ama ahali fermandan, “Artık gavura gavur denmeyecek” gibi şahane bir sonuç çıkardı. Gavura mülk edinme hakkı tanınınca, gavur da koşa koşa Beyoğlu’nda, özellikle Pera’ya apartmanlar dikmeye başladı. Reşat Ekrem Koçu’nun yazdığına göre gayrimüslim zenginlerin yaptırdığı bu apartmanlar, Yahudi ailelerin oturduğu “Yahudhâne”ler ve gelir getirmesi için zenginlerin yaptırdıkları “Müteehhilîn Odaları” denilen binalardı. O zamana kadar zenginleri köşklerde, fakirleri derme çatma ahşap evlerde ikamet eden şehrin Müslüman ahalisi bir anda ortaya çıkan bu yüksek katlı binalara şaşkın şaşkın bakakaldı.

Her şey Melih Cevdet Anday’ın “Apartman” şiirinde olduğu gibi oldu:

“Dün iki katlıydı,

Bugün üç katlı

Derken

Dört katlı, beş katlı, altı katlı

Yükseliyor efendim yükseliyor,

Memleket yükseliyor”

1870 yılına geldiğimizde, eski Beyoğlu’nu ortadan kaldırıp, yeni Beyoğlu’nun inşasına yol açacak olan felaket bir yangın sardı semtin dört bir yanını. Ahşap olan her şey yandı, kagir olan binalar da kullanılmaz hale geldi. İşte çok katlı apartmanlar bu yangından sonra peş peşe inşa edildi. Gayrimüslim zenginlerin bu apartmanlara rağbet göstermesi sonucu semt genişlemeye başladı. Apartman furyası Nişantaşı ve Şişli’ye doğru yayıldı. Konağını yıkan yerine bir apartman dikti, boş arazi bulan hakeza… Romancılar, şairler, gazete muharrirleri semtin sınırlarını zorlayarak genişlemesini pek tasvip etmedi, en çok rahatsız olanlardan birisi de şair Yahya Kemal’di; “Aziz İstanbul”da şunları yazdı:

“Beyoğlu İstanbul’un parasını aldıktan sonra, şanını, şerefini, cazibesini, nesi varsa hepsini aldı; büyüdü, yükseldi, genişledi, kabına sığmadı. Sağdan, soldan, kabından taştı. Şişli’nin müntehasına (bitimine) kadar uzandı. Hiçbir taşında mazinin ruhu olmayan bu bina yığını daha büyüyecektir de… Çünkü imarı için Müslüman sahib-akaarları (gelir sahipleri) Hıristiyan zenginleri ile yarış ediyorlar. Geceleri Beyoğlu ziyalar içinde yanarken, eski İstanbul zifiri karanlıkta matemini çekiyor.”

İstanbul’da ilk tramvay, ilk elektrik, ilk havagazı Şişli’ye geldi. Kozmopolit bir semtti. Gayrimüslim Tanzimat burjuvazisi önce yerleşti buraya; daha sonra Cumhuriyeti inşa edecek olan kuşak onlarla burada buluştu. Şehrin yeni seçkinlerinin bu evlerde geliştirdikleri “yaşama alışkanlığı” zamanla her yere yayıldı.

Apartman dairelerinde başlayan bu “yeni hayat” çekirdek ailenin de yuvası oldu. Bu gelenek........

© Habertürk