Kemal Tahir’in 1968 yılında eşi Semiha Hanım’la birlikte Sovyetler Birliği’ne gittiklerini biliyordum ama Türk solcularının Stalin’den mütevellit bir “resmi tarih” uydurmaya çalıştıkları o gerçeküstü zamanlarda Kemal Tahir’in Sovyetler Birliği hakkında ne düşündüğüne dair kayda değer bir bilgiye hiçbir yerlerde rastlamamıştım.
Son dönemde Ketebe’nin yayınladığı bütün eserleri serisi içinde çıkan “Kolayına Kaçmayalım, 1950 Sonrası Yazılar/Soruşturmalar/Söyleşiler” kitabında Necmi Onur’un 13 Ekim 1970’te “Yeni Gazete”de çıkan “Ünlü Yazarlarımız Nasıl Çalışıyor?: Kemal Tahir” başlıklı yazında, bu seyahate dair kıymetli bir iki anekdot çıktı karşıma.
Necmi Onur ile Doğan Hızlan, Kemal Tahir’i Göztepe’deki evinde ziyaret ediyorlar. Ünlü yazarla biraz sohbet edip, “nasıl çalıştığını” yerinde görüp gözlemlerini gazetede yayınlayacaklar. Ancak asıl mevzuya gelmeden Necmi Onur, Kemal Tahir’in iki sene önce çıktığı Moskova seyahatinden bahseder önce.
Onur’un yazdıklarına göre Kemal Tahir seyahat sırasında mihmandarlarını epeyce yormuş. Önce onu “Bolşoy Balesi”nin gösterisine götürmek istemişler, Kemal Tahir pek istekli olmamış. Arkasından, Komünist Partisi’nin 6 bin 500 kişilik toplantı salonunu göstermek istemişler, orayı da görmek istememiş, “Çimento icat olduktan sonra böylesi yapıları inşa etmek pek matah bir şey değil” demiş. Moskova’ya giden her komünistin ilk görmek istediği Lenin mozolesine gelmiş sıra, onu da “hayır” diyecek değil ya? Oraya gitmeyi teklif edince mihmandar, “Türbelerle pek aram yok” demiş Kemal Tahir ve ardından kendisini gezdirmek isteyenlerin gönlünü hoş tutmak için, “Siz bana ille bir şey göstermek istiyorsanız, beni Dostoyevski’nin evine götürün,” demiş.
*
Kapıyı Kemal Tahir’in kendisi açar Necmi Onur ile Doğan Hızlan’a, çok içten karşılar misafirlerini. Yazarlık mesleği üzerine konuşmaya başlamadan önce söz döner dolaşır “doktrin kavgasına” gelir. Kemal Tahir şunları söyler:
“Biz sosyalizmi yerli yapamadık. Çünkü işin kolayını aramaktayız. Uzun süre Stalin’in arkasından gittik. Şimdi de Mao Çe Tung diye, tanımadığımız ve bilmediğimiz bir adamın arkasından gidiyoruz. Yani aslında Türk sosyalisti olmamız lazım. Hatta gerekirse Türk komünisti olmamız lazım. Bunun için de bir şeyler bilmek gerek. Tarihi bilimsel açıdan incelemek gerek.”
Yukarıda andığım kitapta Kemal Tahir’le Çetin Yetkin’in yaptığı ve “Türkiye Defteri”nde 2 Aralık 1973’te yayınlanmış “Sol Bölünmeler Üstüne Konuşma” diye bir de röportaj var. O mülakatta Kemal Tahir, Sovyetler Birliği gezisinden de bahseder. O gezi sırasında Sovyet yazarlarının en çok ona Çin hakkında ne düşündüğünü sorduklarını söyler. O da onları hiç ciddiye almaz “Çin diye bir yer bilmediğini, orası da neresi” diye bu kez o onlara sorduğu belirtir. “Bana neden Türkiye’yi değil de Çin’i ve Mao’yu soruyorsunuz?” der onlara. “Sizin aranızdaki mücadeleden bana ne” der. “Biz henüz Türkiye’yi öğrenemedik, nerde Çin ve Mao Çe Tung!”
*
Nihayet sıra Kemal Tahir’in “nasıl çalıştığına” gelir.
Kemal Tahir, konuşmanın başında “bazı yazarlardaki kendine özgü acayiplikleri arıyorsanız onlar bende yok” diyerek anlatmaya başlar çalışma tarzını. Yazı masasının başına oturur ve çalışmaya başlarmış. Evinde ve masası olmadan çalışmaz. Zamanları gece ve gündüz olarak ayırır. Gündüzleri sabah 9’da geçer masa başına, 13’e kadar yazar. Yemek sonrası saat 17’e kadar dinlenir. Sonra tekrar yazmaya başlar. Çalışma süresi 3, 4, 5 hatta 14 ay kadar devam edebilir. Geceleri çalışıyorsa eğer saat 22 ile sabah 5 arasını tercih eder. Belirli alışkanlıkları da var Tahir’in; saat 11’de bir kahve, 1’de bir sigara, akşamüzeri de iki bardak şekersiz çay içer. Romanlarını yazarken pek “doğum sancıları” çekmez. Ama kafada oluşturduğu kaba planı her zaman yazma sürecine birebir uymaz. Onun için asıl çalışma roman öncesi malzeme biriktirme sürecidir, bu süreç keyiflidir, yazma aşaması da ona göre hamallık sürecidir. Çalışmaktan yorgun düştüğünde evin içinde gezintiye çıkar. Yakın bir zamanda doktora gitmiş, kan deveranında bir aksaklık olabilir demişler, doktora demiş ki,........