Allah-u Teâlâ, Kuran-ı Kerim’de “Vet tini vez zeytuni” diyerek, “incir ve zeytin” üzerine kasem ederek başlar “Tin” suresine. Kutsal kitapta, üzerine yemin edilen iki nimetten biri incir, öteki zeytindir.
Zeytin dalında dursun, onun hasadı sonbaharda ama incir, manav tezgahlarını çoktan şenlendirdi bile. Yeşili, sarısı, moru, kırmızısı, çeşit çeşit renkleriyle incir düştü mü tezgâhlara, bilin ki yazın sonu yaklaşıyor artık.
*
Tanrı’nın “yeme” dediği o yemişi yiyinceye kadar Âdem ile Havva çıplaktı ama avret yerleri görünmüyordu. Ne zaman şeytan yılan olup yasak meyveyi yedirdi ikisine, ikisinin de avret yerleri göründü, o sırada ikisi de bir çare aramaya başladılar.
Kaf Dağı’nın ardındaki Müslüman toplulukların mitolojisinde, Adem’in aniden çırılçıplak kalıp mahrem yerlerinin ortaya çıkmasından utanması üzerine, etrafındaki bütün ağaçlardan yardım istediğinden bahsedilir. Ancak hiçbir ağaç yardımına koşmaz, Allah’ın cezalandırdığı birisine yardımcı olmak, haşa! Ama incir ağacı bozgunculuk yapar, cömertçe dört yaprağını verir ona. Adem ile Havva bu yapraklarla mahrem yerlerini örterek çıkarlar cennetten. Allah, cezalandırdığı kuluna yardım etti diye incir ağacına kızar, “Bana rağmen yardım ettin ona, gazabımdan korkmadın mı?” diye sorar. İncir ağacı, “Senin gazabını bilmez miyim ama bildiğim bir şey daha var, o da merhametinizdir,” der. Allah bu savunmayı beğenir ama işlediği suçu da cezasız bırakmaz, “bundan böyle çiçek açmadan meyve vereceksin” der, incir cezasına razı olur. Adem’in “yeryüzü sürgünlüğünde” ona incir yaprakları eşlik eder. Yeryüzünde Allah Adem’e birkaç koç gönderir. Adem o koçların yününden kendine ve Havva’ya elbise yapar. Adem ile Havva’nın mahrem yerlerini örten o dört incir yaprağı ise zamanla kurur, her bir ayrı ayrı yerlere düşer. Yapraklardan birisini bir geyik yer, böylece geyiğin derisinin altında bir bezede misk denilen dünyanın en güzel kokusu oluşur. Diğerini bir arı yer, o andan itibaren cennet meyvelerinden daha lezzetli bal denilen taamı üretmeye başlar. Üçüncü yaprak ipekböceğinin kısmetine düşer, bir süre sonra çoğalacak olan insanoğlu için ipek üretmeye başlar böcek. Dördüncü yaprak ise toprağa düşer, ona karışır, incirin ak sütüne benzeyen pamuk, gıdasını bu yapraktan alır.
O günden bugüne yeryüzünün bütün kültürlerinde incir, hayatın, verimliliğin, gücün, bereketin, bolluğun, bilgeliğin, aydınlığın, cinselliğin simgesi olup çıkar.
*
Antik Yunan’da verimliliğin sembolüydü incir. Mitolojide, bereket Tanrısı Dionysos içtiği meyle sarhoş olunca, aşık olduğu güzel peri kızı Syka’yı incir ağacına dönüştürür.
Anavatanı Mezopotamya’dır incirin; eski Romalılar da kıymet vermiş ona, Akdeniz’e yayılmasına sebep olmuşlar. İmparatorluğun kuruluş mitolojisinde de yeri vardır. Dişi bir kurt, Remus ile Romulus’u bir incir ağacının altında emzirip büyütmüş, incir kölelerin de temel gıdasıymış o dönemde.
Batıdan doğuya gidersek de durum değişmiyor. Hintlilerin “Mahabharata Destanı”nda da Tanrılar Tanrısı Vishnu, “kutsal incir ağacı”ndan başka bir şey değildir. İncir ağacı “iyi” ve “kötü” bilgisini barındırır özünde. Asya’nın güneydoğusunda anlamlı bir hayat anlamında “ölümsüzlüğün” sembolüdür, “temiz bir ahlakın yol göstericisi” de incir ağacıdır bu coğrafyada.
*
Turgut Uyar; “1982 Behçet Necatigil Şiir Ödülü”nü alan, “gel bağışlayalım birbirimizi” mısraını ihtiva eden kitabı “Kayayı Delen İncir”in adını, söylendiği gibi Marmara Adası’ndaki Kole Plajı’nda gördüğü bir incir ağacından mı almış bilmiyorum ama incir ağacının kökleri, su neredeyse oraya kadar uzanır. Ne kaya bırakır ne beton, duvarları yıkar, ne yapar eder, su neredeyse oraya varır. Kırlık alanlarda terk edilmiş evlerin duvarları arasında, bahçelerde, baca diplerinde kendiliğinden yetişir, bunun müsebbibi de kuşlardır, inciri yiyen kuşlar taşırken polenleri düşürür, düştükleri yerde çabuk yeşerir ağaç, kısa sürede büyür, kökleri su aramak için uzadıkça uzar, uzarken önüne çıkan her şeyi yıkar. “Ocağına incir ağacı dikmek” deyimi buradan gelir. Bu yüzden köylüler, evlerinin yakınında incir ağacı istemezler.
Türk edebiyatında Turgut Uyar’ın içinde “incir” geçen kitabının adı kadar güzel isimde bir kitap daha var; o da Bilge Karasu’nun “Narla İncire Gazel” kitabıdır. 1995’te piyasaya çıktığında ne çok insanın elinde görmüştüm bu deneme kitabını. “Nar kentinde bir incir buldum. Narı da inciri de övmek isterim” diyordu Karasu. Bize şöyle bir hikaye anlatıyordu:
“Anam her kışın en karanlık noktasında, eve girerken bir nar atardı yere, bütün gücüyle; parçalanıp iyice dağılsın diye. Evin........© Habertürk