İki baba iki oğul veya esaretin bedeli!
“Babalar ve oğullar” deyince aklımıza hemen bir roman ismi gelir amenna ama aslında Doğu’nun “Rüstem ve Sohrab” masalından Batı medeniyetinin temel metinlerinden birisi olan “Oidipus Efsanesi”ne, Turgenyev’in aynı adlı romanından Dostoyevski’nin “Karamazof Kardeşler”ine kadar herkesin üzerine çok şey söylediği, edebiyatın da sanatın da kayıtsız kalmadığı oldukça mühim bir meseledir babalar ve oğullar meselesi.
Baba oğul ilişkisi bir ilişkiden çok bir trajedidir tarih boyunca. Doğu’nun Rüstem ile Sohrab hikayesi ile Batının Oidipus Efsanesi, şaşırtıcı bir biçimde aynı düğümle bağlanır birbirine; kader tarafından birbirlerine düşürülen aile bireylerinin dramıdır bu düğüm.
Rüstem, oğlu Sohrab ile cenge durur. Oğlu babasıyla çarpıştığını bilir, baba ise oğluyla çarpıştığını bilmez, bu bilgisizlikle de oğlunu öldürür Rüstem. Oidipus’ta ise tersi bir durum var, oğul babasını bilmeden öldürür. Yön ters ama ayna, aynı ayna. Her ikisinde de hadise “karanlık bir bilinmezlik” yüzünden meydana gelir.
Doğu’da kader insana rağmen işler, onu durduramazsın, yazgı böyledir çünkü. Kader hemencecik kabullenilir, ona teslim olur beşer. Batı insanı ise kadere kolay kolay boyun eğmez, onu yenmek için uğraşır. Kaderi çözmeye çalıştıkça ona daha çok yaklaşır. Batıda kader çözülmek istenen bir sırdır, çözülünce acıya dönüşür.
İki destan da bize der ki: İnsan en ölümcül yarasını çoğu zaman kendi evinden, kendi kanından alır. Hikayeler ve kahramanları tarih boyunca değişir; fakat acının biçimi asırlardan beri aynıdır.
Babalar ve oğullardan bahisle, iki baba ve iki oğul hikayesine götüreceğim bugün sizi izninizle. Biri 19. Yüzyılda yaşanmış, öteki 20. Asırda. İkisinin de mekânı aynı, Rusya’da geçiyor iki hikâye de ama birisi bir ateist, öteki ise Müslüman bir babanın hikayesidir. Ateist olan aslında Batı; Müslüman olan ise Doğudur. Ateist olan tarihin gördüğü en zalim diktatörlerden birisi olan Joseph Stalin, Müslüman olan ise “gerilla”savaşının mucidi, Rusya’daki Çeçenlerin, Acarların, Dağıstanlıların Ruslara karşı verdikleri destansı mücadelenin sembol ismi, Kafkas Kartalı Şeyh Şamil’dir. Stalin, Hitler’in askerlerine esir düşen oğlu Yakov’u düşmanın “merhametine” büyük bir soğukkanlılıkla bıraktı, onun canını kurtarmak için yapılan teklifi elinin tersiyle itti; Şeyh Şamil ise yüzlerce savaşçının hayatına karşılık oğlu Cemaleddin’i, Rus Çarının esir almasına yüreğine taş basarak rıza gösterdi. Stalin, oğlunun ölümüne devleti ve ideolojisi uğruna razı oldu ve işine baktı; Şeyh Şamil ise oğluna tekrar kavuşmak için mücadele etti, sonunda teslimiyetin şartlarına razı olsa da kalbi ile siyasi aklı arasında sıkışıp can çekişti.Stalin’in oğlunu kurtarmayı ret edişi her şeyini bir ideolojinin emrine vermiş ve o ideolojiye göre biçim almış bir devlet adamının taşlaşmış yüzünü; Şamil’in oğlunu geri aldığında yaşadığı hüzün ise bir babanın acılı yüreğinin içini bize gösterdi.
O halde baştan alalım hikayeyi:
19. Asırda, Kafkasya’nın Müslüman halkları Çeçenler, Avarlar, Dağıstanlılar Ruslara karşı ayaklanmış, isyanın sembolik lideri, daha sonra tarihe “Kafkas Kartalı” namıyla geçecek olan Şeyh Şamil’dir. Şamil, tekmil Kafkas mücahitlerinin “İmamı”dır. Amacı Kafkas ufkunda yaşayan Müslümanları askeri güç haline getirip, daha sonra aralarında siyasi bir birlik kurarak esaretten kurtarmaktır. Kafkas dağlarında dünyanın en büyük gerilla savaşını başlatır, Rus konvoylarını vurur, asker öldürür, kaleleri (günümüzün karakolları) ele geçirir, Kafkas mülkünde geniş bir “İmamet” kurar, Çar’ın gönderdiği, “Gelin, adaletin şefkatli kollarına teslim olun” diyen bütün mektuplarını yırtıp atar, bazen de mektuplara cevap verir, her cevabi mektubunda “Dağlılar özgür doğar, özgür yaşar. Biz Allah’ın dinini ve işgal edilmiş toprağımızı savunuyoruz” der de başka bir şey söylemez. Bu yüzden Şamil, o zamana kadar Rusya’nın başına bela kesilmiş, günümüzün moda deyimiyle en büyük “terörist”tir. (“Terörist” kelimesi henüz dolaşıma girmediğinden Rusların Şamil için o zamanlar uygun gördüğü sıfat, “imparatorluğun en büyük düşmanı”ydı.)
1839 yılında Rus Çarı Birinci Nikolay’ın 10 bin askerden oluşan ordusu, Ahulgo Kalesi’ne çekilmiş olan Şamil’i ve aralarında kadınların, çocukların da bulunduğu üç bin taraftarını kuşatır. Kuşatma yamandır. Ne Şamil’in teslim olmaya ne de Rusların kuşatmayı hafifletmeye niyetleri vardır. Üç aylık bir direnişin sonunda Rus General Grabe, Şamil’e bir elçi yollar; elçi Şeyh’in şu mesajıyla geri döner:
“Ölümü sevgili gibi kucaklayan ve şehitliğe susayan insanlara esaret teklif etmek boş şeydir. Generale git ve de ki, eğer insanlıktan nasibi varsa, aylardan beri toplarına hedef aldığı yüzlerce müdafaasız kadın ve aciz çocukların hemen kaleden çıkarılması ve açıkta kalan binlerce şehidin gömülmesi için hiç olmazsa on beş günlük bir mütareke yapalım.”
Bunun üzerine General’in aklına şeytani bir fikir gelir. Elçiyi tekrar yollar. Elçi Şeyh Şamil’e şu mesajı götürür:
Şamil, yedi yaşındaki oğlu Cemaleddin’i rehin verirse eğer, kalede mahsur kalan kadınların ve çocukların tahliyesine izin verilecektir!
Şamil bir süre düşünür ve teklifi kabul eder. Bağrına taş basarak, gözyaşlarını içine akıtarak canından çok sevdiği küçük oğlu Cemaleddin’i Ruslara teslim eder.
Ruslar........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Gideon Levy
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein