Meşhur Ezop masalıdır. Çocuk bahçede oyun oynuyor. Bahçenin her tarafını otlar bürümüş, çocuk bu, hangi otun hangi ot olduğunu bilmeden dokunur birisine; ısırgan otu anında yakar onu, acılar içinde ağlayarak annesine koşar, otun kendisini ısırdığını söyler. Annesi, “Sen ona dokunduğun için o seni ısırdı yavrum, bir dahaki sefere onu sıkıca yakala, bak bakalım ısırıyor mu?” der.
Her kıssanın bir hissesi varsa bu kıssadan payımıza düşen hisse de ne yaparsanız yapın, yaptığınız şeyi cesaretle yapın! Ama peşinen söylemeliyim; cesaret bodoslama dalmak değildir tehlikeye, hele korkusuzluk hiç değildir. Korkuya teslim olmamaktır cesaret, korku içinde o adımı atmaktır. Korku denizinde bir adadır cesaret, korkuya boyun eğip ona teslim olmak değil, korktuğunu, başkasına belli etmemektir. Yoksa korkmayan insan yoktur.
*
Evlatları söz konusu olunca evrenin en korkusuz yaratığı, en cesur mahluku kadınlardır. Cayır cayır yanan bir evin içinde evlâdı varsa eğer dalar alevlere bir anne en ufak bir tereddüt duymadan, uçurumdan düşerse çocuğu, atlar peşinden öleceğini düşünmeden, hapishanenin demir parmaklıklarını büker bazen bir anne evladı içerdeyse eğer.
*
Stalin’in ölünceye kadar diz çöktüremediği şair Ahmatova’nın; haksız yere on iki sene hapis yatan oğlunu kurtarmak için açlık grevine giren yetmiş yaşındaki ressam Celile Hanım’ın; Celile Hanım için birbirinden muhteşem şiirler yazıp iş evlenmeye gelince “bu kadar dile gelmiş bir kadınla olmaz” diyerek ondan kaçan Yahya Kemal’in; askeri mektepten mezun olduğu halde hapishaneden çıktıktan sonra onu askere er olarak almak isteyenlerin korkusundan memleketten kaçan Nazım Hikmet’in yaşadıklarına bakınca “cesaret” babında yolları aynı yere çıkar dördünün de.
Ama bu hikayede de cesur olanlar kadınlardır yine.
*
Celile Hanım, Yahya Kemal’den dört yaş büyük, Nazım Hikmet, Anna Ahmatova’dan on üç yaş küçüktür. Celile Hanım, Türkiye’nin ilk kadın ressamlarından; Yahya Kemal şiire son noktayı koyduğuna inanılan bir büyük şair; Nazım Hikmet ressam Celile’nin oğlu, yirminci asrın şiirdeki en gür sesi, aynı zamanda annesine aşık olan Yahya Kemal’in askeri mektepte talebesidir. Ahmatova’yı bunlara bağlayan tek bağ şairliği ve sistemle olan meselesidir.
Nazım Hikmet bir yaşındayken Yahya Kemal, Abdülhamit istibdadından Paris’te kaçtı. Nazım Hikmet, hapishaneden çıktıktan sonra Rusya’ya kaçtı. Ressam Celile Hanım ile şair Anna Ahmatova ise hep memleketlerinde yaşadılar, hiçbir baskı Ahmatova’yı ülkesinden kopartamadı.
Ressam Celile’nin siyasetle, memleketin kurtuluşuyla, yeni bir düzen kurmak gibi işlerle hiç işi olmadı. Babası Hasan Enver Paşa, Sultan Abdülhamit’in yaveriydi. Bu fırsatı kullanarak ressam Fausto Zonaro’dan özel resim dersleri aldırarak büyüttü kızını. Yahya Kemal, memlekete döndükten sonra Yakup Kadri vesilesiyle Celile Hanım’la tanıştı, Celile Hanım eşinden ayrılmıştı, Yahya Kemal’in birkaç şiirine giren büyük bir aşk yaşadılar, iş evliliğe gelince Yahya Kemal “istibdattan” kaçar gibi aşktan da kaçtı, ona göre “adı çıkmış bir kadınla” evlenmesi mümkün değildi. Günün birinde Mustafa Kemal ona, Yakup Kadri’ye, Hamdullah Suphi’ye ve Mehmet Akif’e Ankara’ya gelip kendisine destek olsunlar diye mektup yazdı. Diğerleri çağrıya uydu ama Yahya Kemal’e tekrar yol göründü. Falih Rıfkı’ya göre şair, Ankara yolculuğu için gönderilen parayı alarak Sofya’ya “kaçtı”. Siyatikleri azmıştı, kaplıcada tedavi görecekti ama Mustafa Kemal bunu “yutmadı”, o kaçışı bir yere “yazdı”. Derler ki, o zamana kadar yazıları Ankara’da “takip edilen”, gönlü Mustafa Kemal’den yana olan şair, savaşın kazanılacağına dair inancını hafif hafif kaybetmişti. Ama onun düşündüğü gibi olmadı. Yine Falih Rıfkı’nın yazdığına göre Kurtuluş Savaşını kazandıktan sonra Darülfünun’un Atatürk’ü kutlamak üzere Bursa’ya gönderdiği hocalar heyeti içinde Yahya Kemal de vardı. Bu kez “kaçacak” hiçbir yer yoktu. Falih Rıfkı, “Mustafa Kemal’in ayaklarına kapanıp yalvaran bir tek kişi gördüm hayatımda. O da Yahya Kemal’dir. Resmen ayaklarını öpüyordu,” diye yazdı. Mustafa Kemal yine de ondan vazgeçmedi, onu Lozan heyetine aldı. Behçet Kemal ve devrin diğer birçok şairi gibi kendisi için şiir yazmamasına hafif “içerlense” de bunu çok belli etmedi, ama bir gün bir Çankaya sofrasında bir yığın önemli şahsiyet varken sofrada onu da davet etti ve gece boyunca sofrada bulunan Behçet Kemal’i överek, ona şiirlerini okutarak Yahya Kemal’in oradaki varlığını yok saydı, bu davranışı büyük bir devlet adamının bir büyük şairden aldığı “nazikçe” bir büyük intikamdı.
*
Yahya Kemal, 1908 Jön Türk darbesinden beş sene sonra memlekete döndüğünde, Anna Ahmatova, Akmeizm şiir........