menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

80 sene önce 4 Aralık!

120 15
wednesday

Yarın 4 Aralık… 4 Aralık 1945; bu şehr-i İstanbul’da, polis gözetiminde, basının kışkırtması, hükümetin desteğiyle; iyice galeyana getirilmiş, üniversitelerde ders başında olması gereken talebelerin; kaleleri, garnizonları boşaltarak huruç hareketi başlatan leşker gibi yurtları, derslikleri boşaltarak Bab-ı Ali’ye gidip gündüz gözüyle Tan gazetesini tarumar edip, “muhalefete destek veren” gazetecilere, yazarlara günü gösterdikleri günün yıldönümüdür.

Aradan tam 80 sene geçmiş.

8 Mayıs 1945’te Almanya teslim oldu. İkinci Cihan Harbi sona erdi. Her yerde özgürlük rüzgarları esmeye başladı. Bizde faşizmden medet umanları aldı bir kaygı… Bundan tam bir ay sonra 7 Haziran 1945’te CHP’den dört mebus, Celal Bayar, Refik Koraltan, Adnan Menderes ile Fuat Köprülü, daha sonra tarihe “Dörtlü Takrir” olarak geçen ve çok partili hayatın önünü açan bir önergeyi parti grubuna sundular. Bu bir “demokratikleşme” beyannamesiydi. Önerge uzun uzun tartışıldı, “zamanlama manidar” bulundu, Cumhuriyet kurulalı 22 sene olmuştu ama “demokratikleşme” için hâlâ erkendi, “tek partiyle” gül gibi geçiniyorduk; bozgunculuk yapan vekiller bir süre sonra partiden ihraç edildi.

Bir şeyler oluyordu. Muhaliflerin biti kanlanmadan ön almak lazımdı. Parti kurmaya hazırlanan bu bozgunculara, yeni siyasi fikirlerini, alternatif ekonomik modellerini ahaliye açıklamadan, onları halkın gözünden düşürecek yeni bir kimlik ve ideolojik libas giydirilmeliydi. O sırada CHP’ye şiddetli muhalefet edenler sosyalist aydın ve yazarlar, tığ teber şahı merdandı. Bu aydın ve yazarların çoğu “Tan” ve bir ikisi de “Vatan” gazetesinde yazıyorlardı. Sertelleri’in (Sabiha-Zekeriya) 1 Aralık 1945’te ilk sayısı yayınlanan haftalık “Görüşler” dergisi, CHP’den “ihraç” edilerek kopan vekillerin, bu dergide kendilerini ifade etme yolunun açılacağını, derginin bir sonraki sayısında Bayar, Menderes, Köprülü ve Rüştü Aras’ın da yazar kadrosuna katılacağı ilan eder. CHP’nin istediği tek göz; hemen yaygaraya başlarlar, “Bozguncu muhalifler komünistlerle iş tutuyor”du!

Hüseyin Cahit Yalçın’ın çıkardığı “Tanin” ile Yunus Nadi’nin sahibi olduğu “Cumhuriyet”gazeteleri alırlar sazı ellerine.

4 Aralık, yani o meşum günde piyasaya çıkan “Cumhuriyet” gazetesinin birinci sayfasında akıllara ziyan şu yorum hâlâ duruyor gazetenin arşivinde:

“Görüşler kelimesinin ‘G’ harfi ters çevrildiğinde ve bir kısmı parmakla örtüldüğünde orağa benziyor. Bizim yoldaşlar nihayet maskelerini attılar. 'Yeni Dünya' ve 'Görüşler' kızıl propaganda organlarıdır.”

Bayar, Menderes ve arkadaşlarının da bir sonraki sayılarında yazarları arasına katılacağı duyurulan “Görüşler” dergisini çıkaran Sertellerin komünist olduğunu ispat etmek için ‘G’ harfini ters çevir, parmakla ucunu ört.” Yeterli!

Komünizm, “demokratikleşme” kisvesi altında “kızıl maskesini” takmış geliyordu!

Şimdi biraz geriye delim.

Eski takvimle 31 Mart, yeni takvimle 13 Nisan 1908 sabahı kahvaltısını bitirip Aksaray’daki evinden, Babıali’deki Tanin Gazetesi’ndeki işyerine gitmek için hazırlanan Hüseyin Cahit’e, akşamdan başlayan hadiselerden korkan karısı tedirginlikle, “Bugün sokağa çıkma,” deyince, “Böyle bir günde en tehlikeli yer insanın kendi evidir. Bana bir fenalık yapmak isteyen önce buraya gelir, sen merak etme, ben ihtiyatlı olurum,” diyerek onu yatıştırır ve dışarı çıkar.

Gergin bir hava esiyor dışarıda. Abdülhamit’e karşı darbe yapmış ama İstanbul’a gelememiş olan İttihatçılar, “yeni bir darbe” tezgahlıyor; padişahı İstanbul’dan Selanik’e gönderip, kendileri de Selanik’ten İstanbul’a gelecekler! İsyan günleri kapıda… Gelmekte olan bir felaketin kokusu erguvan ve akasya kokularını bastırmış bu bahar gününde. Babıali’ye giderken Laleli yokuşunun dibinde iki tanıdığına rastlar Hüseyin Cahit, onu durdururlar, “Gitme o tarafa, her yeri yakıp yıkıyorlar, insanları ağaçlara asıyorlar,” der tanıdıkları. O da yönünü değiştirir, Unkapanı köprüsüne yönelir, Beyoğlu’na çıkar.

Beyoğlu’nda her zaman gittiği Matmazel Matran’ın apartmanına gider. Caddeyi Kebir nispeten sakindir, ne oluyorsa Sultanahmet, Mebuslar Meclisi’nin oralarda olup bitiyor demek.

Apartmanda saklanırken, yanına Lazkiye mebusu Mehmet Aslan gelir. Aslan, “Ben Meclis’in oralara gideyim hele, bakayım ne olup bitiyor,” der. Hüseyin Cahit, “Oralar tekin değilmiş, gitme,” der, o da gülerek, “Beni değil, seni arıyorlar, bir şey olmaz” cevabını verir. Giderken Hüseyin Cahit arkadaşına, “Bari tabancamı yanına al,” deyince, “Onu sen kendine sakla, benim düşmanım yok,” diyerek çıkar.

Hüseyin Cahit beklemekten sıkılır, tekrar kendini sokağa atar, birilerine rastlarım da olup bitenlere dair malumat alırım diye Tokatlıyan Oteli’ne girer, orada da kimseler yok. Bir köşeye oturur, bir içki ısmarlar, o sırada yanına “Le Matin” Gazetesinin muhabiri gelir, “Sizin kellenizi istiyorlar, siz burada keyif çatıyorsunuz,” diye takılır. Tedirginliği iyice artar.

Birkaç saat içinde kara haberi alır. Ayaklanmış olan güruh, gazetesi “Tanin”e de saldırmış, kapılarını kırmış, içerdeki her şeyi yağmalamış, makinaları parça parça edip hurufatı da kendi aralarında pay etmişler. İşi biten kalabalık, o sırada Meclis’e doğru gitmekte olan Lazkiye Mebusu Mehmet Aslan’ı görmüş, “Bu çelebi olsa olsa Hüseyin Cahit”tir diyerek üstüne çullanmış, birkaç dakika içinde adamı da tıpkı gazetenin makinaları gibi paramparça etmişler.

“Tanin” İttihatçıların gazetesiydi. İttihatçılar, Abdülhamit’i tahttan indirmek için “31 Mart Vakası”nı tertiplemiş, hadiseler kontrolden çıkarak kabağın büyüğü Hüseyin Cahit’in başında patlamıştı.

Bu hadiseden sonra gazete aralıklarla yayınını sürdürdü, üçüncü devresi 30 Ağustos 1943’te başladı. Daha önce İstiklal Mahkemelerinin kılıcından kıl payı canını kurtarmış olan Hüseyin Cahit, bu dönemde artık bir “liberal”dir; hem faşistlere hem de komünistlere karşı mücadele ediyor!

1943’te “Tanin”in üçüncü devresi başladığında İsmet Paşa “tek ulus, tek parti, tek şef” diye bir sistem kurmuştu. Aslında “ulus” da “parti” de “şef” de bizzat kendisiydi… Devlet tam anlamıyla bir polis devletiydi, amansızdı, acımasızdı. Almanların kazanması ihtimaline karşı içerde Turancıları yanına alarak komünistlere kan kusturmuş; Stalin, Hitler’in borazanına Rus lahanası tıkıştırınca da bu kez faşistlik yapan Turancıları tabutluklara kapatıp tırnaklarını........

© Habertürk