"555K"

Her “sivil itaatsizlik” eylemi masum değildir. Bazı sivil eylemler, eylemcilerin niyetlerinden bağımsız korkunç sonuçlara yol açabilirler. O eylemi düzenleyenler, eylem sonucunda ortaya çıkan “korkunç sonuca” isyan edip, “biz böyle bir sonuç için bu eylemi düzenlememiştik, ortaya çıkan sonuç bizi çok rahatsız etti” derlerse sorun yok; yok, ortaya çıkan sonucu eylemciler de sahiplenir, hatta bu eylemden sonra ortaya çıkan yeni durumu alkışlarlarsa, başta tertiplenen eyleme “sivil itaatsizlik” demek bir hayli zordur.

Bunu şunun için söylüyorum. Bugün 5 Mayıs… Bundan 64 sene önce, çoğu kaynakta, “Cumhuriyet tarihinin ilk sivil itaatsizlik eylemi” diye tanımlanan, birçok solcunun gurur duyduğu, üzerine piyesler, şiirler, romanlar yazılmış olan, adını “5’inci ayın, 5’inci günü, saat 5’te, Kızılay’da”dan alan “555K” eyleminin yıldönümü…

Cep telefonu, feysbuk meysbuk, tvitir mıvitır, tiktok miktok gibi sosyal medya mecralarının olmadığı, kulaktan kulağa yayılan bir haberle 5 Mayıs 1960 günü saat 5’te öğrenciler Menderes hükümetini protesto etmek için Ankara Kızılay’da toplandılar. Meydanda toplanan binlerce öğrenci, Plevne Marşı’nı şu şekilde değiştirerek hep bir ağızdan söylediler:

Olur mu böyle olur mu?

Kardeş kardeşi vurur mu?

Kahrolası diktatörler.

Bu dünya size kalır mı?

Kızılırmak akmam diyor.

Etrafını yıkmam diyor.

Ünü büyük İsmet Paşa

Ben sözümden dönmem diyor

O sırada, karargahlarda, kışlalarda darbe için gün sayan askerlere bu eylem büyük bir cesaret verdi. 27 Mayıs darbesine giden yolun bulunduğu “mıntıka” böylece bu eylemle son defa temizlenmiş oldu.

Bu eylemden yirmi iki gün sonra askerler yönetime el koydu. Bu eylemi düzenleyenlerin hiçbirisi, “Biz, siz darbe yapasınız diye o eylemi yapmadık, biz siviller seçimle, oylarımızla iktidara gelmiş olan bir hükümeti uyardık, size ne oluyor, bu yasa dışı eyleminizi protesto ediyor, 555K’ya benzer bir eylemi de size karşı yapmak için halkımızı Kızılay’a davet ediyoruz” demediler. Tam tersine, hep birlikte, “kurtulduk, yaşasın hürriyet” diye slogan atarak darbecileri alkışladılar. Bu yüzden kim size “555K Cumhuriyet tarihinin ilk sivil itaatsizlik eylemidir” derse onun yanında tehlikeli bir yaratık görmüş gibi kaçın bence.

Sezai Karakoç anılarında bu hadiseden de söz eder. 1960 ilkbaharında Ankara’da Yeğenler Vergi Dairesi’nde çalışıyor şair. Siyasi hava gittikçe şiddetlenen bir fırtına gibidir. Gökyüzünde kapkara bulutlar var, şimşekler çakıyor, ortalık aniden kararıyor, mahşeri bir gürültü var her yerde. (Sezai Karakoç o sırada Ankara’da “Diriliş”i çıkarıyor, Necip Fazıl Ankara’ya gelir, bahar ayları, ona “Sezai Karakoç da Diriliş diye bir dergi çıkarıyor” derler, “Geberiş”i çıkarsın” der o da. Bu hadiseyi aktaran Sezai Bey, “Bunu yanlış anlamayın, maksadı bana kızmak değil, o sırada memlekette gidişat o kadar kötü ki, gidişattan ümitsizliğini belirtmiş oluyor üstat” der.) 28 Nisan’da İstanbul’da hadiseler büyümüş, Turan Emeksiz öldürülmüş; bir memur ve öğrenci şehri olan Ankara da diken üstündedir. Basın coşmuş vaziyette, iktidarı birileri yıksın da isterse gavur yıksın havalarındalar. Ahmet Emin Yalman, Hüseyin Cahit Yalçın gibi başyazarlar kalemlerini mitralyöz gibi kullanıyor. İsmet Paşa’nın da elinde odun, kaynayan kazanın altındaki ateşi ha bire harlandırıyor, eline geçen her fırsatta DP’li vekilleri, “Sizi ben bile kurtaramam” diye uyarıyor Meclis’te. DP’liler ise, iktidarda olmanın verdiği özgüvenle, yaklaşmakta olan felaketin farkında bile değiller. Bütün seslere kulakları kapalı… İşte tam bu sırada fişteklenen öğrenciler, bütün üniversitelerde ayaklanırlar. Hükümet sıkıyönetim ilan eder. Yetinmez, akşam saat dokuzdan sonra sokağa çıkma yasağı koyar. Sezai Bey’in yazdığına göre hareketli olan üniversite gençliğiydi, halkta en ufak bir gösteri eğilimi yoktu o sırada. Buna rağmen sokağa çıkma yasağı uygulamasıyla hükümet bütün halkı cezalandırılmış oluyordu. Hazır halk evine kapanmışken, Adnan Menderes bunu fırsat bilerek her gece radyoda konuşmaya başlar. Yapılan bu konuşmalar propaganda faaliyeti gibi algılanır, aslında bunu böyle düşünenler haksız da değildir. Yetinmediler bu sırada Meclis’te bir Tahkikat Komisyonu kurdular Demokratlar. Bu komisyonlarda muhalefet adeta sorguya çekildi, bu durum da her şeyin tuzu biberi oldu. Sıkıyönetim gazeteleri kapatmaya başladı, sansür mekanizması çalıştı, gazete sayfaları boydan boya boş sütunlarla çıkmaya başladı. Gizli bir yerlerde, karanlık mahfillerde darbe tezgahlayan askerlerin keyfine diyecek yoktu, o sırada herkes onlara çalışıyordu çünkü. (Sezai Karakoç hatıralarında şu anekdotu da aktarır: Harbiyeliler okuldan çıkıp Kızılay’a yürüyünce bir DP ileri geleni Necip Fazıl’a hükümetin ne yapması gerektiğini sorar, o da bütün Harbiyeli öğrencilerin kaydının silinip askerlikten atılmasını, fakat hemen arkasından da hükümet erkanının bir uçağa atlayıp yurt dışına gitmesini tavsiye eder.)

“Ankara’nın en güzel ayları Nisan ve Mayıs aylardır” der Sezai Bey. Mevsimin en “çıngıraklı aylarıdır” bu aylar. O sırada genci bol bir şehirdi Ankara, enerji sarfı için bahane arayıp duruyorlardı gençler. Kavgaya hazırdı hepsi. Halk on yıldan beri iktidardan yanaydı; şimdi yükselen enflasyon nedeniyle bir parça hükümetten uzaklaşıyor ama tam anlamıyla da İsmet Paşa’nın partisini alternatif olarak görmüyordu. Gençlik ve aydınların iktidara olan muhalefetini İsmet Paşa kullanmaya başlamış, halkı kazanamayacağını bilen Paşa, nasılsa aydınlar yanımızda, uzun bir süre gençleri saflarına çekmeye çalışmış, bunda da başarılı olmuştu.

Bu ahval ve şerait içinde “fısıltı gazetesi” tiraj üstüne tiraj almaya başladı. Korkunç hikayeler kapladı ortalığı. İnsanlar kıyma makinesinde öğütülüyor, polis karakollarında cesetler çıkıyordu!

Derken Nisan ayında gençler Ankara’nın Kızılay meydanında akşam memurların iş çıkış saati olan 5’te toplanıp gösteri yapmaya........

© Habertürk