İhanet ve Hainlik Üzerine
“Kafirin casusu casusladı. Vardı, kafirlerin azgını Şökli Melik'e haber verdi. Yedi bin kaftanının ardı yırtmaçlı, yarısına kadar kara saçlı, kötü dinli, din düşmanı, alaca atlı kafir bindi, dört nala at koşturdu. Gece yarısında Kazan Bey'in ordusuna geldi. Altın büyük evlerini kafirle yağmaladılar. Kaza benzer gelinlerini, kızlarını bağrıştırdılar. Tavla tavla şehbaz atlarına bindiler, katar katar kızıl develerini çekip götürdüler. Ağır hazinesini, bol akçasını yağmaladılar...”
Muharrem ERGİN. (2011). Dede Korkut Kitabı-l, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
İhanet, hukuki açıdan bireyin kendisine yüklenen sadakat yükümlülüğünü bilerek ve isteyerek ihlal etmesi, kendisine duyulan güveni hileyle kötüye kullanması ve verilmiş sözün gereklerine aykırı davranması olarak tanımlanırken; sosyolojik ve kültürel düzlemde toplumsal dayanışma ağlarını çözen, güven ilişkilerini tahrip eden ve bir milletin ortak kimliğinde derin travmalar bırakan yıkıcı bir sapma biçimi olarak görülür; dini ve ahlaki perspektiften ise emanete riayetsizliğin, kul hakkını çiğnemenin, sadakat ve vefa gibi ilahi ve insani ilkeleri ihlal etmenin en ağır tezahürü olup Kur’an’da “hâinlerin tuzağının boşa çıkacağı” bildirilen gayriahlaki bir fiildir; edebî bakışla değerlendirildiğinde ise ihanet, insanın kalbine saplanan görünmez bir hançer, toplumun dokusuna sızan bir karanlık ve sadakatin nurunu söndüren bir alacakaranlık olarak tasvir edilir ve bu bağlamda hain, hukuken güveni suistimal eden fail; sosyolojik olarak toplumsal bağları çözen unsur; ahlaki olarak vefasızlık ve nankörlük timsali; edebî açıdan ise vatanın, dostluğun ve insan onurunun üzerinde gezen uğursuz bir gölge olarak ortaya çıkar; bu nedenle vatan haini, sadece devlete karşı ağır bir suçu işleyen kişi değil, aynı zamanda bir milletin ruhunu, tarihini ve varlık sebebini yok sayarak ortak vicdana karşı işlenmiş en derin ve onulmaz cürmün faili sayılır.
Türk tarihi, kültürü, inancı, ahlaki yaşamı ve yerleşik toplumsal düzeni, "ihanet" ve "hainlik" kavramlarına karşı daima keskin, katı, tavizsiz ve evrensel ahlakın en temel direği kabul edilecek kadar sert ve tavizsiz bir duruş sergilemiştir. Bu kavramlar, sadece bireysel bir ahlak kusuru, bir nefis yenilgisi, sıradan bir kabahat veya geçiştirilebilecek bir hata olarak değil, aksine toplumsal düzenin can damarını, devletin bekasını (Devlet-i Ebed-Müddet), millî onuru, şerefi ve manevi huzuru tehdit eden en büyük yıkım, en alçak fiil, en büyük utanç, ahlaki bir veba olarak görülmüştür. Bu algı, Türk milletinin binlerce yıllık devlet tecrübesinin ve güçlü sadakat geleneğinin bir sonucudur. İhanetin toplumsal maliyeti, Türk felsefesinde asla telafi edilemeyecek kadar ağır kabul edilmiştir.
Binlerce yıllık köklü Türk devlet geleneği ve yerleşik ahlak anlayışı, sadakati, vefayı, dürüstlüğü ve emanete sahip çıkmayı en yüce erdemlerden, neredeyse kutsal görevlerden, bir millet olmanın ön koşullarından biri yaparken, ihaneti en ağır suç, en utanç verici durum, bir nefret objesi ve toplumsal kirlilik kaynağı olarak kaydetmiştir. Bu derin ahlaki ve hukuki anlayış, Türk diline zengin bir deyim, terim ve atasözü mirası olarak yansımış; hukuki metinlerden (Töre, Siyasetname) sosyolojik çözümlemelere ve edebi eserlere kadar geniş bir yelpazede kendine sarsılmaz, kalıcı bir yer bulmuştur. Türk düşünce sisteminde devlet, sadece bir yönetim aygıtı, bir kurumlar toplamı ya da geçici bir yapı değil, aynı zamanda "ilahi bir emanet," "ebedi bir varlık" ve milletin ortak ruhu, kolektif varlığı ve namusu olarak kabul edilir. Bu kutsal addedilen yapıya karşı yapılan her türlü eylem, en ağır manevi sorumluluğu beraberinde getirir. Bu bağlamda devlete, millete ve temsil ettiği değerlere yapılan ihanet, sıradan bir hatadan, bir siyasi çekişmeden öte, kutsal bir düzeni bozma girişimi, yani en büyük "hakkın yenilmesi," kamu vicdanının gaspı, birlik ve beraberliğin zehirlenmesi ve milletin geleceğine kurulan kalleş bir pusu olarak algılanır. Bu pusu, sadece fiziki bir saldırı değil, aynı zamanda ahlaki bir çöküşün de habercisidir. İhanet, toplumsal düzenin temelini oluşturan güven duygusunu yok eder.
Tarihin karanlık sayfaları, devletin parçalanmasına, orduların yenilgisine, iç karışıklıklara, toplumsal çözülmeye ve milletin "kefensiz yitirilmesine" yol açan "içimizdeki düşman," "gizli fesat," "sinsi tehlike" ve "yılanın yuvası" vakalarıyla doludur. Osmanlının kuruluş felsefesi ve Selçuklu'nun adalet anlayışı, sadakati ve vefayı temel taşları olarak görmüştür. "Oğuz'dan kalan" kadim töreler, sözünden dönmeyi (ahdi bozmayı), sırt çevirmeyi, dostu satmayı ve yardım isteyeni yolda bırakmayı en büyük ayıp, en büyük töresizlik ve namertlik sayar. İhanet, edep, haya ve iffet perdesini yırtan, kişiyi ahlaksızlığın, vicdansızlığın ve nefretin en alt seviyesine düşüren, iğrenç, utanç verici bir zillet halidir. İhanetin bu denli sert algılanması, Türk milletinin beka kaygısıyla yakından ilişkilidir. Bu durum, yalnızca siyasi değil, aynı zamanda derin bir psikolojik ve kültürel travma yaratır; zira hain, en yakın çevresine ve en kutsal değerlerine karşı maske takarak ikiyüzlü davranmıştır. Münafıklık kavramı da bu ikiyüzlülüğü ifade eden dini ve........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin