KAAN’a kadar…

Ben az söyleyeyim, siz çok anlayın… Türkiye, ne zaman kabuğunu kırdığını, bariyerleri aştığını gösterse bir psikolojik harekat başlatılıyor; yaptığı doğrular yanlış gibi, geçmişin “mahkumiyetleri”, başarısızlıkları ise özlemle anlatılıyor… Bu arada, İsrail’de yeminli Türkiye karşıtı Senatör Graham’ı yeniden sahneye sürüyor. Türkiye’ye F 35 verilmesine karşı olduğunu söyletiyor…

Türkiye’nin son yıllarda savaş uçağı envanterini çeşitlendirme yönünde attığı adımlar, yüzeysel biçimde ele alındığında dağınık, tepkisel ya da yönsüz gibi algılanabilir. Oysa bu arayışların arkasında, günü kurtarmaya dönük reflekslerden çok daha derin, çok katmanlı ve uzun vadeli bir stratejik muhakeme bulunduğu aşikar. Bu muhakeme; Türkiye’nin jeopolitik konumu, son yirmi yılda yaşadığı askerî ve siyasi tecrübeler, savunma sanayii hedefleri ve nihayetinde tam egemenlik iddiası ile doğrudan bağlantılıdır.

Konu doğru okunmadığı takdirde, hem envanter çeşitlendirme politikasının hem de KAAN projesinin gerçek anlamı eksik veya hatalı değerlendirilecektir.

Türkiye uzun yıllar boyunca hava kuvvetlerinin belkemiğini büyük ölçüde ABD menşeli platformlara dayandırmış, özellikle F-16 filosu üzerinden operasyonel sürekliliğini sağlamıştır. Bu yapı, Soğuk Savaş sonrası dönemin ittifak mantığı içinde rasyonel görünse de, F-35 programından çıkarılma süreci ve ardından gelen CAATSA yaptırımları, tek kaynağa bağımlılığın barındırdığı stratejik riskleri bütün açıklığıyla ortaya koymuştur.

Bir ülkenin savaş uçağı envanteri; yedek parçası, mühimmatı, yazılım güncellemesi ve modernizasyonu başka bir devletin siyasi onayına bağlıysa, o ülkenin hava gücü ancak barış zamanında anlamlıdır.

Kriz veya savaş şartlarında ise bu bağımlılık, doğrudan harekât sürekliliğini ve caydırıcılığı zedeleyen bir kırılganlığa dönüşür. Türkiye açısından F-35 tecrübesinin asıl öğretici yanı da burada yatmaktadır. Programdan çıkarılma kararı, salt uçak kaybı değil, stratejik bağımlılığın nasıl bir günde operasyonel zaafa dönüşebileceğinin somut bir örneği olmuştur. Bu nedenle Türkiye’nin envanter çeşitlendirme isteği bir tercih ya da taktik manevra değil, yaşanan deneyimden hareketle bir zorunluluktur.

Farklı menşeli platformlara yönelmek, herhangi bir ülkenin yedek parça, mühimmat veya modernizasyon başlıklarını siyasi baskı aracı olarak kullanmasını zorlaştırır. Özellikle yüksek yoğunluklu kriz ve savaş senaryolarında, bu çeşitlilik hava kuvvetleri için hayati bir sigorta işlevi görür.

Türkiye’nin bulunduğu coğrafya, bu sigortayı lüks değil zorunluluk hâline getirmektedir. Doğu Akdeniz, Karadeniz, Orta Doğu ve Kafkasya gibi birbirinden farklı ama aynı ölçüde kırılgan güvenlik havzalarının kesişim noktasında yer alan Türkiye, tek tip ve tek kaynaklı bir hava gücü yapısını........

© Haber7